Zalimin maskesini düşürmek-Tarık Şamil YILMAZ
Üstad Said-i Nursi’nin hayatını inceleyenler görecektir ki üstad hiçbir zaman zalimlerle beraber olmamış, onların zulüm düzenlerine alet olmamış ve zulümlerinin karşısında susmadığı gibi hakkı haykırmaktan çekinmemiş, onların deccali-şeytani siyasetlerinin mahiyetini yüzlerine vurmaktan kaçınmamış ve zalimlerin oyun ve desiseleri hususunda talebelerini daima uyarmıştır.
Meşrutiyet döneminde 31 mart vakasından sonra kurulan divan-ı harbi örfide mahkeme heyetinin tehdit dolu idamla yargılamalarına asla ehemmiyet vermemiş ve mahkeme sonunda berâat kararını almasına rağmen teşekkür bekleyen mahkeme heyeti ve devlet yetkililerine karşı, halkın bunların zalimliğini bilmeleri için mahkemeden çıkınca halkla birlikte ‘zalimler için yaşasın cehennem’ sloganını sultan Ahmet meydanında haykırmışlardır.
Rusya’da, esaretinde esir kampını ziyaret eden Rus çarının yeğeni Nikola Nikolaviç’in kampa gelişine aldırmamış ve herkes ayağa kalktığı halde o İslam’ın izzet ve şerefini muhafaza için ayağa kalkmamış ayrıca hakkındaki idam fermanına ehemmiyet vermemiş ‘ölüm birdir tegayyür etmez’ diyerek adeta ölüme meydan okumuştur. Onun bu tavrının inancından kaynaklandığını gören rus komutanı üstattan özür dileyerek idam kararını geri çekmek zorunda kalmıştır.
İngilizler İstanbul’u işgal ettiklerinde İngiliz din adamlarının , İslam alimleri ile dalga geçer gibi altı soru sorup bu altı soruya altı yüz kelime ile cevap istediklerinde dönemin en büyük alimi üstadın onlara cevabı: “altı yüz kelime değil altı kelime değil bir tükürük ile” cevap vermek olmuş ve halka “tükürün o zalimlerin hayasız yüzüne” demiştir.
Cumhuriyet döneminde ilk meclise davetli olarak geldiğinde buradaki mebusların bir kısmının namazsız olduğunu gördüğünde hemen namaz ile ilgili bir hitabe okuyarak namazın ehemmiyetini anlatmış reisi cumhurun itiraz etmesine; “kâinatta en büyük hakikat imandır, imandan sonra namazdır, namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merdutdur, merdutun hükmü ise ölümdür” şeklinde çok sert cevap vererek reisi cumhuru özür dilemek zorunda bırakmıştır.
Üstad , Şeyh Said’in kıyamından sonra Müslüman halka ve İslam alimlerine yapılan baskı ve zulümlerden dolayı hiçbir şekilde geri adım atmamış ve bu tarihten sonra zindan ve sürgünlerde geçen mübarek ömründe İslami ve imani hakikatları anlatmaktan hiç taviz vermemiş , kendisinin ve talebelerinin şahsında İslam’a ve Müslüman halka düşmanlık yapanların maskesini düşürmekten geri durmamıştır
Şimdi üstadın bu konu ile ilgili beyan buyurduğu bazı sözlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Üstad Âhirzaman fitnesinin dayanağı ve rejimin beslenme kaynağı olan ahlâkımızı bozmaya çalışan bozuk Avrupa ve Avrupa’nın çirkinliğini gösteren medeniyet denilen canavarla ilgili olarak şöyle diyor:
«Ey sefahet ve dalâletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi bir tek gözü taşıyan kör dehân ile ruh-u beşere bu cehennemî hâleti hediye ettin. Sonra anladın ki, bu öyle ilaçsız bir illettir ki, insanı âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne atar, hayvânâtın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten iptal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek!» (Lem’alar sh: 116)
Üstad kendisine kırk yıla yakın zindan ve esaret hayatı çektiren rejimin mahiyetini ve vird-i zeban haline getirdikleri cumhuriyet ,medeniyet ve kanun ile ilgili olarak şöyle diyor:
«Biz de sizlerden soruyoruz. Ve sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle, vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka, ‘cumhuriyet’ namı vermekle, ‘irtidad-ı mutlak-ı’ rejim altına almakla sefahet-i mutlak-a ‘medeniyet’ ismini vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye ‘kanun’ ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükûmeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiye’ye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.» (Şualar sh:286)
Ülkede yönetimde söz sahibi olan, Müslüman göründüğü halde, kafirlerin hesabına çalıştıklarını, dinsiz olduklarını, milleti fesada sürükleyip vatanı parçalamak istediklerini şu sözleri ile vurgulamaktadır:
«Efendiler! Otuz-kırk seneden beri Ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu meselemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz. (Fakat ikinci gün beraet kararı, o dehşetli konuşmayı geriye bıraktı.)» (Şualar sh:288)
İslam aleminde sömürgeci durumda bulunan İngiltere (ve günümüzde Amerika)nin ülkemizdeki ve diğer islam ülkelerindeki Müslümanlara karşı izlediği siyaseti ve bu siyasetde neyi amaçladığını şöyle belirtmiştir:
«Âlem-i İslâm’da çok müstemlekâtı(sömürgeleri) bulunan bir devlet (İngiltere ve Amerika) bu Anadolu haricindeki Müslümanlara yalnız kendi menfaatı için bir derece dinlerine ilişmiyor, ilişemiyor diye o devletin hariç İslâmlara(diğer islam ülkeleri) tatbik ettiği siyasete (güya) bütün bütün muhalif bir siyaseti takib ettiği, bu memlekette faaliyette bulunan propagandasına kapılıp o cereyana taraftarlıkla Risale-i Nur’un safvet ve hâlisiyetine zarar verdiğinden o siyasî şakirdlere dedim:
O devlet (İngiliz) bu memleketteki hükümete müstemlekâtındaki müslümanlar ısınmamak ve iltihak etmemek için eskiden beri bu vatanda dinsizliği tervic etmiş(yaymaya çalışmış). Şimdiki ilhad da(dinsizlerde) onun ifsad(bozguncu) komitesinin eseridir.» (Siyaset Neşriyat Broşürü sh:118)
«Altmışbeş sene evvel bir vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz müstemlekât nâzırı Kur’anı elinde tutup konferans vermiş. Demiş ki: “Bu, İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara hakikî hâkim olamayız, tahakkümümüz altında tutamayız. Ya Kur’anı sukut ettirmeliyiz veyahut Müslümanları ondan soğutmalıyız.”
İşte bu iki fikirle, dehşetli ifsad komitesi bu bîçare, fedakâr, masum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalışmışlar.» (Emirdağ Lâhikası-II sh:223)
Halkların kardeşliğini bozmaya çalışan, Hz. Muhammed’e ve islami şiarlara düşman olan, düşmanlığına değişik maskeler bulmaya çalışan, soyu kesikler ile ilgili olarak şöyle demiştir:
«Şimdiye kadar işitilmediği bir tarzda ve hiç bir siyasetin ve diplomatlığın tarzına benzemiyecek bir şekilde, iki samimi ve ebedî kardeş olan Türk ve Arab’ın mabeyninde olan râsih ,uhuvvet-i İslâmiyeye bedel, ebedî bir düşmanlık ve arabiyete karşı bir buğz ve adavet perdesi altında Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’a adavet niyetiyle şeair-i İslâmiyeyi tahrif ve tahrib eden şu güruh-u ma’lûm ‘şânieke hüvel ebter’ manasını zâhir göstermekle şu cümlenin işaretini kuvvetli te’yid eder.» (Rumuzat-ı Semaniye’den)
Münafık zındıkların siyaseti dinsizliğe âlet etmeğe teşebbüs niyetlerine ve fikirlerine mukabil, o da bütün kuvvetiyle siyaseti, İslâmiyetin hakaikına bir hizmetkâr, bir âlet yapmağa çalışmış, dini siyasete alet etmeğe kalkışanların durumunu şöyle tarif etmiştir :
«Fakat o zamandan yirmi sene sonra gördü ki: O gizli münafık zındıkların garblılaşmak bahanesiyle, siyaseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil, bir kısım dindar ehl-i siyaset dini siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeğe çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.» (Hutbe-i Şamiye sh:46)
Üstad şeytanların siyasetinden daima Allah’a sığınmış ve siyasetten niçinuzak durduğunu şu şekilde ifade etmiştir :
«Risale-i Nur’daki şefkat, vicdan, hakikat, hak, bizi siyasetten men’etmiş. Çünkü masumlar belaya düşerler, onlara zulmetmiş oluruz. Bazı zâtlar bunun izahını istediler. Ben de dedim:
Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş’et eden hodgâmlık ve asabiyet-i unsuriye ve umumî harbden gelen istibdadat-ı askeriye ve dalaletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak, o halette o da ezlem olacak ve mağlub kalacak. Çünki mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir iki adamın hatasıyla yirmi otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa, otuz zayiata mukabil yalnız biri kazanır, mağlub vaziyetinde kalır. Eğer mukabele-i bilmisil kaide-i zalimanesiyle, o ehl-i hak dahi bir ikinin hatasıyla yirmi otuz bîçareleri ezseler, o vakit hak namına dehşetli bir haksızlık ederler.
İşte Kur’an’ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik. Hem madem herşey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor ve zahmet ise rahmete kalboluyor; elbette biz, sabır ve şükürle tevekkül edip sükût ederiz. Zarar ile icbar ile sükûtumuzu bozdurmak ise; insafa adalete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zıddır, muhaliftir. Said Nursî » (Şualar sh: 292)
Üstad asıl meselenin islama ve imana hizmet etmek olduğunu ve dünyevi her türlü oyun ve eğlenceden uzak durmak gerektiğini özellikle siyasetin şeytani oyunlarına kanmamak gerektiğini şöyle bildiriyor:
«”Bu onsekiz senedir sizlere müracaat etmedim ve hiçbir gazete okumadım; bu sekiz aydır, bir defa cihanda ne oluyor, diye sormadım; üç senedir buradan işitilen radyoyu dinlemedim; tâ ki kudsî hizmetimize manevî zarar gelmesin. Bunun sebebi şudur ki: İman hizmeti, iman hakaikı, bu kâinatta herşeyin fevkindedir; hiç bir şeye tâbi’ ve âlet olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalalet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi’ veya âlet telakki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur’an-ı Hakîm’in hizmeti bize kat’î bir surette siyaseti yasak etmiş.» (Kastamonu Lâhikası sh:137)
Üstad rejimin başındakilerin dünyalarına ve siyasetlerine karışmadığı halde onları üstada yaptıklarını ve islama olan düşmanlıklarını talebeleri şu şekilde ifade ediyorlar :
«Evet o dalalet ve zendekanın en azgın devirlerinde Bediüzzaman Said Nursî, daimî nezaret ve tarassud altında ve böyle müdhiş ve pek çok ağır şerait içerisinde idi. Nemrudların, Firavunların, Şeddadların ve Yezidlerin yapamadığı zulümlerin enva’ı Bediüzzaman’a yapılıyordu. Ve yirmibeş sene böyle devam etti. O zaman âlem-i İslâm, maddeten fakirdi ve müstevlilerin esaretinde bulunuyordu. Bütün gizli fesad ve dinsizlik komiteleri, hem Türkiye’de, hem âlem-i İslâmda müdhiş faaliyetler yapıyor ve tarafdarları onları destekliyor ve hepsi de İslâmiyet aleyhinde ittifak ediyorlardı.» (Tarihçe-i Hayat sh:159)
Rejimin islama olan düşmanlıklarından dolayı üstadın varlığına katlanamışlar ve peygamber efendimizin müşriklerin suikastına uğraması gibi oda defalarca bu rejimin ve din düşmanlarının suikasdına uğramıştır :
«Bediüzzaman Said Nursî ve talebelerinden bir kısmı hapiste dokuz ay kaldıktan sonra beraet kararı üzerine tahliye ediliyor. Fakat Said Nursî Hazretlerini hapishanede zehirliyorlar, ölüm tehlikesi geçiriyor. Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle kurtuluyorsa da, tarihte hiçbir kimseye yapılmayan zulüm, işkence ve ihanetlere maruz bırakılıyor. Bediüzzaman, gizli dinsiz münafıkların tahrikatıyla girdiği bütün mahkemelerde olduğu gibi, bu idam plânını da verildiği mahkemede de hak ve hakikatı, pervasızca ve ölümü hiçe sayarak haykırıyor.» (Tarihçe-i Hayat sh:400)
«Gizli düşmanlar beni zehirlediler ve Nur’un şehid kahramanı merhum Hâfız Ali benim bedelime hastahaneye gitti ve benim yerimde berzah âlemine seyahat eyledi…» (Lem’alar sh:265)
«Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ : Hem sizin, hem hapisteki arkadaşlarınızın bayramınızı tebrik ederiz. Siz ile bayramlaşanı, aynen benimle bayramlaşmış gibi kabul ediyorum ve umumuyla bizzât bayram ziyaretini yapmışım gibi biliniz, bildiriniz.
Sâniyen: Sebebsiz kalın demir sobamın parçalanmasıyla verdiği haber ve biz dahi o işarete binaen tam bir ihtiyat ve temkinle geçen fırtınacık, yüzden bire indi, barut ateş almadı. Şimdi yine, sebebsiz mataramın acib bir tarzda küçücük parçalara inkısam etmesi, bize tekrar tam bir temkine ve tahammüle ve ihtiyata sarılmamızın lüzumunu haber veriyor. Aldığım manevî bir ihtarla, gizli münafıklar, dindarlara karşı namazsız sefahetçileri ve mürted komünistleri istimal etmek istiyorlar, hattâ parmaklarını buraya da sokmuşlar.» (Şualar sh:511)
«Aziz, sıddık kardeşlerim! Bugün benim pencerelerimi mıhlamalarının sebebi, mahpuslarla mürafaa ve selâmlaşmamaktır. Zâhirde başka bahane gösterdiler. Hiç merak etmeyiniz.» (Şualar sh:491)
Bediüzzaman Hazretlerinin gizli din düşmanlarının desiselerine karşı talebelerini ikaz için Denizli Hapsi’nde yazdığı bir mektubu:
«Aziz kardeşlerim! Bu cuma gününde mühim bir hizb okurken siz hatıra geldiniz. “Bu musibetten kurtulmak için ne yapacağız?” lisan-ı hâl ile dediniz. Benim kalbime bu geldi: Sıkı bir tesanütle, el ele, omuz omuza veriniz. Çünkü birbirinden ve Risale-i Nur’dan ve benden çekinmek ve inkâr etmek ve bizi ezmek isteyen gizli kuvvete dalkavukluk etmek gibi tedbirleri yapanların zarardan başka hiçbir menfaatleri yoktur. Sizi temin ederim; eğer bilseydim ki benden teberri etmekle kurtulacaksınız, beni tahkir ve ihanet ve gıybet etmeye izin verip helâl ederdim. Fakat, bizi ezmek isteyen gizli kuvvet sizi biliyor, aldanmıyor; za’fınızdan, teberrinizden cesaret alır, daha ziyade ezer.» (Tarihçe-i Hayat sh:431)
«En ziyade yaralananlar, siperini bırakanlardır. Hem bizim karşımızda hükûmet ve mahkeme değil, belki gizli zendeka ve küfr-ü mutlaka düşenlerin komitesidir. Ve hiç bir tevil kaldırmayan dehşetli bid’aların tarafdarlarıdır ki, hükûmeti iğfal edip aleyhimizde sevk ettiler. Bana kusurum için sıkılan, elbette münafık Masonlara yanaşır. Evet, yol şimdi bizim için ikidir. Bir veli dahi bize hücum etse, bilmeyerek Masonlara yardımcı olur.» (Elyazma Denizli Mektubları sh:10)
Üstad talebelerine Allah’ın müminlerin velisi olduğunu şöyle anlatıyor:
«Kardeşlerim, bu geniş hücum, Risale-i Nur’un fütuhatına karşıdır. Fakat anladılar ki; Nurlara iliştikçe daha ziyade parlar, ders dairesi genişlenip ehemmiyet kesbeder ve mağlub olmaz. Yalnız “sırran tenevverat” perdesi altına girer. Onun için plânı değiştirdiler, zâhiren Nurlara ilişmiyorlar. Biz madem inayet altındayız, elbette kemal-i sabır içinde şükretmeliyiz.» (Şualar: 485)
Üstad Rejimin nur hareketine karşı hocaları ve şeyhleri kullanmasını söyleyip deccali rejimin hocaları ve şeyhleri kullanabileceğine dikkat çekmiştir :
«Sonra gizli düşmanlarımız bazı memurları ve bir kısım enaniyetli hocalar ve şeyhleri aleyhimize evhamlandırdılar. Bizi, Denizli Hapsine beş altı vilayetlerden gelen Nur talebelerini, o Medrese-i Yusufiyede toplanmağa vesile oldular.» (Lem’alar sh: 263)
Üstadımız Said-i Nursi rejimin mahiyetini ve islam düşmanlığını bu şekilde ortaya koyduktan sonra rejimin, siyaset sahasındaki her İslâmî hareketi kendi menfaatına çevireceğini belirtmiş, süfyan-i deccal rejiminin bu zulümlerini ancak mehdiyetin bitireceğini bizlere şöyle müjdelemektedir :
«Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklaliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak.» (Şualar sh:362)
«Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadîslerin ifade ettikleri mana budur ki: Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:
Birisi: Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.» (Mektubat sh: 56)
«Hazret-i Mehdi’nin cem’iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akâranesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (asm) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazreti Mehdi cem’iyetinin mu’cizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.» (Mektubat sh:441)
«Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazreti İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cem’iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.» (Mektubat sh:441)
Üstad Said-i Nursi ayrıca ahirzamanda deccal ile birlikte dünyayı anarşiye boğacak olan Ye’cüc ve Me’cüc fitnesi ile ilgili şöyle buyurmaktadır :
«Dinin şiddetle men’ettiği şey, fitne ve anarşidir. Çünki anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhirzamanda “Ye’cüc ve Me’cüc” komitesi olduğuna Kur’an-ı Hakîm işaret buyurmaktadır.» (Tarihçe-i Hayat sh:653)
«Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (asm) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.» (Şualar sh:593)
«Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlahiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi.» (Hutbe-i Şâmiye sh:79)
«Süfyan’ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfr ü küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan (yada hayvanlardan daha aşağı maymun ve domuz karekterli insan bozması vahşi canavarlar) çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a’lem, o dabbe bir nev’dir.» (Şualar sh: 591)
Üstad Hazretleri, Öz Muhammedî İslâm’ın ve mazlumlar ın hakkının, Öz Muhammedî siyasetçiler tarafından -yani İslâm’a ve insanlığa Allah’ın velâyeti noktasında lâyık olanlar- ile ihya olunacağını açıkça ifade etmiştir. Allah ondan razı olsun. O’nun hürmetine ülkemiz Zalimlerini kahretsin.