SÜT TOZU… – Süleyman DAĞISTANLI
SÜT TOZU… – Süleyman DAĞISTANLI
Süt tozu Avrupa’da yeni keşfedilmişti. Hokkabaz bir Avrupalı, birkaç kilo süt tozu alıp Afrika’ya gitti ve şöyle dedi; “Ey ahali! Allah, sizin açlığınız gördü de sizin yokluğunuza ve açlığınıza acıdı. Beni de sizi kurtarmak için gönderdi. Benim, Peygamberlerin mucizesine benzer ve insanların karnın doyuran mucizelerim var. Benim ki, idealist, soyut ve metafizik bir mucize değil, içersin ve ne olduğunu anlarsın. Nasılsa suyunuz var. Allah bana öyle bir güç vermiştir ki Afrika’nın şu aç insanları için suyu süte çeviririm, doğal süte. Kim inanıyorsa gitsin su getirsin.” Adam, özel dualar okuyup bazı teşrifatları yerine getirirken, bir miktar süt tozunu suya döküyordu. O suyu herkese verip içiriyordu. Bakıyorlardı ki gerçekten süt. Bunun üzerine ona gerçekten iman ediyorlardı…
Mazlum ve mustazaflara din, dil, ırk ve bölge ayrımı yapmadan yıllar yılı zulmeden deccali ve süfyani sistemler ve bu sistemlerin sadık bekçileri, temsilcileri, maddi ve manevi açlık ile halkları hizaya çekmeye çalışmış ve kendilerini bu açlığın kurtarıcıları olarak tanıtmışlardır. Maddi ve manevi açlığı, yokluğu en üst seviyeye çıkartarak insanlığın dünya ve ahretini tarumar etmeyi hedef edinen deccali ve süfyaniler, halklara her türlü zulmü reva görmüş, sıkıştıkları anlarda tabiri caiz ise halkların ağzına bir parmak bal çalmış ve kendilerini güvence(!) altına almışlardır. Kimi bölgelerde yerin altındakinden üstündekine var olan tüm zenginliklerini sömürerek o bölgenin halklarına kuru ekmeği minnet ile verenler, kimi bölgelerde ise manevi açlığı en üst seviyeye çıkartmak için din ve ahlak adına var olan her şeyi ortadan kaldırmak amaçlı politikalar geliştirmiş, halkların yeter artık dedikleri noktada kuru ekmek misali birkaç sihirli ve tılsımlı sözcük ile kendilerini dinin bekçileri ve hakim kılıcıları olarak gösterip tahtlarını sağlamlaştırmışlardır. Deccali ve süfyaniler çoğu yerde ise bu iki silahı birlikte kullanmış hem maddi açıdan hem de manevi açıdan aç bıraktıkları halklara her türlü zulmü reva görmüş ve halkların yeter artık dedikleri noktada kendilerini maddi ve manevi zenginliklerin kaynağı, bekçisi ve kendilerine bu kaynakları sunabilecek yegâne kişiler olduklarını halklara deklare etmişlerdir.
Ülkemizde yıllar yılı kurdukları sistemler ile insanları kuru ekmeğe muhtaç edenler, artık halkların öfkesini bastırabilmek adına (yoksa kesinlikle halklara acıdıklarından değil) bir kuru ekmeği onlara vermekte, hakkının bundan fazlası olduğunu söyleyerek kuru ekmeğe razı olmayanlara karşı da “biz olmazsak 3 ay maaşınızı ödeyemezler” diyerek, kendilerini bekçisi oldukları sistemden ayrı ve açlıktan kurtuluşun çaresi olarak göstererek “şeytan sizi fakirlik ile korkutur”(Bakara 268) ayetinin günümüzdeki muhatapları olmaktadırlar.
Halkları açlık ve sefalete mahkûm edenler, asgari ücreti dahi “iyi para” olarak niteleyenler, suya süt tozu katan hokkabazın okuduğu tılsımlı kelimeler misali ekonominin iyiye gittiğini, gelişmenin ve büyümenin baş döndürücü rakamlarını ve teknik ifadeleri, enflasyon, ihracat, ithalat gibi tılsımlı (!) ifadeler ile suyu süte çevirdiklerini iddia emekte, ancak aç olan insanların durumunda bir değişme olmadığı gibi, elindeki suyun süte dönüştüğünü gören insanlarda sahte ve yapay bir sevince yol açmakta, insanları halinden memnun köleler haline getirmektedir.
Evet, bu öyle bir süt tozudur ki adı süfyaniliktir. Hakkı ters yüz eder, akılları baştan alır, bilinçli olmayan düşmanlarını kendine müştak ederek cellâdına âşık kurbanlar haline getirir. Bu öyle bir tozdur ki, evinde yiyecek ekmeği olmayanları, evindeki ekmeği çalanlara müştak edebilir. Öyle bir tılsımdır ki, küçük bir evi dahi olmayanları, hokkabazın kendilerinden çaldıkları ile inşa ettiği bilmem kaç odalı saraylara, bisikleti dahi olmayanları yapılan havaalanına sevindirtebilir. Ülkenin prestijini mazlum bir şekilde ölen/öldürülen insanların değil yapılmayan sarayların yerle bir ettiğini sanabilir. Gücün hakta değil, hakkın güçte olduğunu, yalanların birlikte söylendiğinde doğru olduğunu, çoğunluğun hakkın göstergesi olduğunu sanabilir mesela. Hokkabazı peygamber sandırtan bu toz öyle bir tozdur ki, içki fabrikalarını bilmem kaç katına çıkartmak ile övünenleri, dinin koruyucusu(!) ve hâkim kılıcısı (!) olarak savundurtabilir insanlara.
Halkların sadece maddi hayatlarını değil manevi hayatlarına yönelik de ellerindeki süfyanilik ve münafıklık tozunu kullanmakta mahir olan günümüz süfyanileri, yıllarca halkları uyguladıkları küfür politikalar ve baskılar ile manevi anlamda aç bırakıp, sanki bu sistemin bir parçası değilmiş gibi halklara maneviyat(!) ve din aşkı(!) ile dolu sistemin yeni yüzlerini tanıtmakta ve bu açlığı dindirecek olanların bu yeni yüzler olacağı öğretilmektedir. Bu yeni yüzler ve hokkabazlar, yılların vermiş olduğu tecrübe ile ustalaşmış, ruhları ve gönülleri besleyen İslam’a olan açlıkları en üst seviyede olan halklara, açlıklarını dindirecek türlü tozlar icat etmişlerdir. Bu yeni ustalar, suyu daha ustaca süte çevirebilmekte, görünüşte süte tıpatıp benzeyen sular ile insanlara kendilerini kurtarıcılar olarak tanıtmaktadırlar.
İşte söylemlerinde, tavır ve davranışlarında İslammış gibi görünen süfyanilerin uğruna hayatlarını adadıkları bu şey aslında, içerisine süfyanilik tozu katılarak İslam’a benzeyen ama Öz Muhammedi İslam’ın kendisi ile alakasının olmadığı Amerikancı İslamdır. İşte bu toz, Kabilleri Habil, Nemrutları İbrahim, Firavunları Musa, Yezidleri Hüseyin gibi göstermekte, İbrahimlere, Musalara, Hüseyinlere muhtaç olan ve zulümden bitap düşmüş halklara zalim ve zorbaları kurtarıcıymış gibi sunan sihirli bir tılsımdır.
Süt tozu ile Afrika’ya giderek kendisini Peygamber olarak tanıtan o hokkabazın bu başarısında kendi ustalığı kadar, o insanları yıllarca aç bırakanların da payı vardır. Aynı şekilde kurdukları entrikalar ile süt tozunu süt, Amerikancı İslamı Öz Muhammedi İslam olarak tanıtan günümüz süfyanilerinin başarılı olmasında, kendi ustalıklarının yanında, halkları yıllarca İslam’a hasret bırakan bu rejimin kurduğu sistemin de büyük payı vardır. Yani insanlara kuru ekmeği reva görenler ile yıllarca o insanları kuru ekmeğe muhtaç hale getiren sistem bir bütünün parçalarıdır.
Mazlum, zalim, hak, hukuk, adalet, cihat, şehadet, izzet ve şeref gibi İslami kavramları dillerinden düşürmeyenler, ellerindeki o tılsımlı süfyanilik tozu ile bu kavramları ters yüz etmekte, aslında zulümden, zalimden, adaletsizlik ve zilletten bahsetmekte ve onların bu hilesine aldananları, İbrahim’in yolundan gittiğini sanan Nemrut sevdalıları haline getirmektedir. Musa’nın yolundan gittiğini sananlar, Samiri’nin buzağısının o tılsımlı sesine aldanabilmektedir Musa’lara düşman olarak. İşte bu noktada bu tılsımı bozacak, süfyanilerin elindeki tozu yere çalacak iki aşamalı bir mücadele yolu karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki Nebevi yöntem ile zalimle birlikte zulüm düzenini de hedef almak, ikincisi gerçek sütü göstererek süt tozu katılmış olan şeyin aslında sudan ibaret olduğunu halklara göstermektir. Zira Musa (a.s.) Firavun ile birlikte Firavun sistemini de hedef alarak denize gömmüştür. Bizler de zalimle birlikte zulüm sisteminden bahsetmeli, sistemin yok edilmesi ile birlikte şahısların da yok olacağının bilinci ile hareket ederek, İslama hasret gönüllere şifa olacak, yanmış bağırları feraha erdirecek, gönüllere deva olacak İslam İnkılâbını sunmalıyız. Gerçek sütün tadına varanların süt tozuna perestiş etmeyecekleri gibi, Öz Muhammedi İslam’ı gören ve tanıyanların Amerikancı İslam’a ümit bağlama ihtimalleri kalmayacaktır.
“Benim bu karanlığın ortadan kaldırmam mümkün olmayabilir. Fakat bu küçücük ışık ile karanlıkla nurun, hak ile batılın arasında ki farkı gösterebilirim. Ne kadar küçük olsa da ışığı arayan kimselerin kalbinde bu ışık büyüyecektir…” Sayıları, ellerindeki tozları, hile ve entrikaları bitmeyen, Amerikancı İslam’ı Öz Muhammedi İslam olarak halklara tanıtmaya çalışan süfyaniler karşısında, Şehid Mustafa Çamran’ın karanlığın ortasında yanan küçük bir mum için yazdığı bu sözlerin bilincinde ve derdinde olabilmek duasıyla…