Suriye’deki Savaşın Öyküsü (1) – Lokman Hikmet SEBAT
Suriye’deki Savaşın Öyküsü (1) – Lokman Hikmet SEBAT
Bugünlerde tanıştığım bazı dostlarımın, bana hep “Esad zalim değil mi?” gibi sorular sorduklarını, işi biraz derinleştirdiğimde ise aslında yaşananları maalesef baştan sona yanlış bildiklerini gördüm. Bu sebeple, meseleye uzak kalanlar için meselenin kısa bir öyküsünü anlatma ihtiyacı hissettim. Gerçi Suriye savaşının hakikatiyle alakalı olarak, değerli hocalarımız çok dakik yazılar kaleme aldılar. Ama olayın hep bir yerinden kesitler ihtiva eden bu yazıları cevap olarak okuttuğumda istenen neticeye ulaşamadım. İnşaallah bu yazı meseleyi yeni anlamak isteyen kardeşlerimiz için ve dört yıldır süren bu savaşı bütüncül bir şekilde anlamak için okutulacak bir yazı olur.
Öncelikle şunu iyi bilmek gerekir ki, Suriye’deki savaşın öyküsü dört yıl evvelinde başlamaz. Bu meselenin başlangıç noktası İran İslam İnkılabının olduğu gündür aslında. İslam Devriminin Amerikanın Ortadoğudaki karakolu sayılan İran’da oluşu, Büyük Şeytan Amerika’yı ve tüm yandaşlarını derin bir korkuya saldı. Bu sebeple İran’a acil bir ambargo uygulandı. Hemen akabinde ise Amerikan uşağı Saddam eliyle Irak, İran’a saldırtıldı. Irak’a dünyanın önde gelen birçok devleti silah verdi. Bu bilgi, Amerikanın Irak’ı işgalinden sonra Saddam’ın yargılandığı dönemde, İran tarafından Birleşmiş Milletlere sunulmuştu. Bu gerçekle ortaya çıktı ki tüm Emperyalistler, kendilerince bu istenmedik ve olağan dışı devleti yok etmek için Irak’a silah yardımı yapmışlar.
İşte tam da bu zorlu zamanda İran İslam İnkılabı’nın yanında gerçekten duran, destek veren, silah ve silah yedek parçaları gönderen tek bir devlet vardı. Devlet başkanlığını Hafız Esadın yaptığı Suriye. Tüm zalim güçlerin aç kurtlar gibi bekleştiği o günlerde, İslam aleminin sus pus olduğu o günlerde, Suriye’ydi İranın haklılığını savunup yanında duran. Bugün şunu açıkça söyleyebiliriz ki, Suriyenin o günlerde İrana yaptığı o yardımlar olmasaydı, belki de İran İslam Cumhuriyeti onca şeyin üstesinden gelemezdi. Bu söylediklerimizin kanıtını İslam Devrimi Muhafızları Eski Bakanı ve savaş yıllarında lojistik sorumlusu Muhsin Refikdost Fars Haber Ajansına verdiği bir röportajda açıkça anlatarak şöyle demektedir: “Füze konusunda hiçbir tecrübeye sahip olmadığımız dönemde Devrim Muhafızları Ordusu Füze Birliği’ni eğitmesi ve silah alımında yaptığı yardımlar Suriyenin İran’a sağladığı desteklerden bazılarıdır. Ben o zaman Şam’a gittim. Hafız Esad Şam Havaalanı’nda bir deponun bize tahsis edilmesini emretti. Satın aldığımız şeyleri orada toplar, uygun zamanda bir uçak gönderip onları İran’a getirtirirdim. Doğu ülkelerinin dahi bize silah ve mühimmat satmadıkları dönemde biz birkaç kez Bulgaristan’a, Macaristan’a ve Polonya’ya gitmiş ve Suriye adına silah satın almıştık. Gemiler yüklendikten sonra Suriye yerine İran’a hareket ederdi.”
Aradan yıllar geçti. O günlerde silaha ihtiyacı olan İran, perişan İran gitti, yerine Allah’ın sonsuz yardımlarıyla güçlü, dünyada söz sahibi olan, teknolojisiyle, askeri birçok silahıyla, sanayisiyle, buluşlarıyla düşmanı endişeye garkeden, dostları sevince boğan İran geldi. Ve bu denli güce ulaşan İran, zayıf olduğu ilk yıllarında bile Filistin direnişine ve Lübnan Hizbullahına yardım ederken, gücünün zirvesine ulaştığı bu yıllarda, Filistin’e ve Hizbullaha olan yardımlarını kat be kat arttırdı. Öyleki, canı istediğinde Filistin’e saldırıp, insanları öldüren İsrail, Lübnan topraklarına göz dikip yayılmacı bir politika izleyen İsrail, İranın direniş cephesine ulaştırdığı silahlarla köşeye sıkıştı. Kendini duvarlar ardına hapsetti. Lübnan topraklarını terketmek zorunda kaldı. Ve bugün gelinen noktada Ortadoğuyu tamamen alma niyetleri suya düşmekle kalmadı, kendi bölgesini bile muhafaza gücünden yoksun kaldı. İşte İranın bahsi geçen silahlarının direniş cephesine ulaşmasını sağlayan ülke yine Suriyeydi. Tüm arap devletleri korkudan ve ihanetten bunca zulme sesini çıkarmazken, Siyonist İsrail’le sıkı fıkı olmaktan gocunmazken, İsrail’e tek düşman olan, cephe alan, Hamas ve Hizbullaha yardımcı olan, Suriyede büro açmalarına izin veren ülkeydi Suriye. Yani sözün özü; direniş cephesinin altın halkasıdır Suriye. Bu gerçeği iyi bilen Emperyalizm eğer anında müdahele edilmezse gözbebekleri olan İsrailin çok yakında yok olacağını ve ardından bölgedeki tüm avanelerinin teker teker yıkılacağını anladılar. İran İslam İnkılabını ne yaptılarsa yıkamadılar, Hamasla ve Hizbullahla İsraili savaştırdılar ve her defasında hezimet yaşadılar. Emperyalizm için bu çıkmazdan kurtulmanın tek bir yolu kalmıştı o da Suriye, yani direnişe sonsuz destek veren Esad yönetiminin yıkılması ama nasıl? Nasıl bir yol izlenerek bu yönetimden kurtulabilirdi Emperyalizm?
Amerika açık açık Suriye’ye saldırmayı göze alamadı. Gerçi şer üçgeni dedi, başka uyduruk sebepler buldu ama Afganistan ve Irak işgalinden sonra iyice bitkin düşen bu canavar, yeni bir savaşı göze alamadığı gibi, artık halkların nazarında hiçbir inandırıcılığının da olmadığının farkındaydı. Fakat acilen birşeyler yapılmalıydı ama ne? İşin bu aşamasında Türkiye devreye girdi. En açık ifadeyle, Amerika ve şer odaklarının Suriye yönetimini yıkma projesinin taşeronluğunu Türkiye, yani Süfyani rejim, özelde AKP hükümeti üstlendi. Bu işin finansörlüğünü de Katar ve sonradan terörist ihracatıyla da işi büyütecek olan Suudi Arabistan üzerine aldı.
İşin başında AKP hükümeti, Esad yönetimiyle ilişkilerini üst düzeye çıkardı. Vizeler kaktı, öyleki ailece devlet liderleri birbirine ziyaretlere başlar oldular. Esad kendisine sırnaşan ve perde arkasında muhalif adı verilen, vatan haini grupları örgütleyen, vizelerin kalkmasıyla beraber gizliden gizliye bu terör gruplarına silah sevkiyatına başlayan Süfyani Türkiye rejimine gözü kapalı inanır oldu. Ve hazırlıklar tamamlandığında düğmeye basıldı. Şimdi ortaya çıkan gerçeklerle anlaşıldı ki, daha olayın patlak verdiği ilk günlerde muhalif guruplar, asker üniformalarıyla halka ateş açtılar. Gerek dünya kamuoyuna, gerekse Suriye halkına bu şekilde Esad yönetimi zalim olarak lanse edildi. Ve ne hikmetse aynı gün muhalifler silahlandılar. Hem de ne silahlanma. Ambalajından yeni çıkmış, son model silahlar. Aslında bu olay bile düşünen insanlar için olayın içyüzünü anlamaya yeter de artar. Nasıl oluyordu da yönetimin zulmüne(!) karşı ayaklanan muhaliflerde bunca silah birden ortaya çıkıyordu? Bu kadar hızlı nasıl örgütlenebildiler? İşin doğrusu şu ki; Erdoğan’ın Esadı “Kardeşim” diye keklediği günlerde, ne geçtiyse geçti Türkiye sınırından Suriye’ye.
Sonrasında “Kardeşim Esad” oldu “Katil Eset”. Ardından hiç bitmeyen bir dezenformasyon . Muhalifleri Kahraman gösterme çabaları. Suriyeli mültecileri daha aylar öncesinden hazırlanmış kamplara yerleştirme. Batılı zalim devletlerin başını çektiği Suriye Dostları toplantıları. Ve altı ay içerisinde Esad yönetimini yıkıp kendilerinin bölgedeki emellerini gerçekleştireceklerini umdukları bir yönetim hayali. O lanet emelleri de şuydu ki; Direniş Cephesi’nin köprüsü olan Suriyenin tarumar edilerek, direnişin çökertilmesi. Emperyalizmin ve siyonizmin dünya hedefleri için dört nala koşması. Fakat Emperyalistlerin evdeki hesapları çarşıya uymadı. Gözden kaçırdıkları, hafife aldıkları birşey vardı. Ne olursa olsun kendisine zor günlerinde yardım edenleri yüz üstü komayan ve haklının yanında her daim duran, tırnaklarıyla kazıyarak Direniş Cephesi’nin geldiği bu noktayı hazırlayan ve bu kazanımları birkaç çapulcu zalime kaptırmayacak İran İslam Cumhuriyeti.
Yazı için teşekkürler. Bir not kimse Esad’ı kekleyemez. Ahir zaman fitnesiyle karşı karşıya kalan en öncü aktörlerdendir. Allah yardımcısı olsun.