Risale-i Nur’da İran İslam Cumhuriyeti (Sikke-i Tasdik-i Gaybi) – Cabir AÇIKSÖZ
Risale-i Nur’da İran İslam Cumhuriyeti (Sikke-i Tasdik-i Gaybi) – Cabir AÇIKSÖZ
Risalelerde yer alan İslam İnkılabıyla alakalı bölümleri inceleyeceğimiz bu ilk yazıya Üstadımızın Sikke-i Tasdik-i Gaybi eserinden başlamak istiyoruz. Kitabın daha ilk sayfalarında konumuzla alakalı bir mektup var. Hikayesi şöyle; Üstadın fevkalade imanını, ilmini, sabrını, şecaatini ve daha nice erdemini gören Üstadın has talebeleri, özellikle Mehmet Kayalar Ağabey, Üstadın ahirzamanda beklenen Mehdi olduğunu konuşmaya başlıyorlar. Bu haber Üstadın kulağına gittiğinde ise, Üstad hem yanlış anlamaları düzeltmek, hem de en doğru bilgileri vermek için bu mektubu yazıyor. Bir sebepte, o dönemki Süfyanilerinde bu haberleri duyması ve Süfyanilerin Risale-i Nur hareketine daha fazla baskı yapmaları olmuştur. Yani Üstad her açıdan faydalı olacak bu mektubu kaleme alıyor.
Malum mektubun sonundan başlayacak olursak Üstad kendisi ve nurlar için “Müceddid” ve “Pişdar” lafızlarını kullanıyor. Pişdar; öncü, savaşta ileriden düşmana gönderilen asker, önde giden, önayak olan gibi manalara gelmekte. Yani Bediüzzaman açık açık kendisinin, kendisinden sonra gelecek olan Mehdiyet hareketine önayak olan ve o hareketi haber veren olduğunu ifade ediyor. Öyle bir haber ki bu, uyuyan kalmasın, herkes ona göre tedbirini alsın, teyakkuzda olsun. Yine Pişdarın bir özelliğide şudur ki; öncü birliği gören her aklı selim bilir ki asıl ordu yoldadır ve ha bugün ha yarın gelecektir. Yani Üstad Hazretlerinin ben ve nurlar Mehdiyet hareketinin habercisiyiz diyorsa, bu iddianın asıl sahipleri ahirzamanın en büyük vazifesi olan Islam sancağının yeryüzünde dalgalandırılması vazifesi için yoldadırlar, ayık olun, asırlardır beklenen çok yakın bir zamanda gelecektir demektir.
Bu açıklamadan sonra Üstadımızın Mehdi ve Mehdiyet hareketini çok kısa ve en beliğ ve en harika bir tarzda anlattığı satırlara geçebiliriz. Şöyle anlatıyor Bediüzzaman(zamanın güzeli), Sahibuzzaman’ı(zamanın sahibi): “Sonra gelecek olan o mübarek zat, Risale-i Nur’u bir programı olarak neşr ve tatbik edecek. O zatın ikinci vazifesi, Şeriatı icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlas ve sadakatle olduğu halde; bu ikinci vazife, gayet büyük maddi bir kuvvet ve hakimiyet lazım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin. O zatın üçüncü vazifesi; Hilafet-i İslamiyeyi Ittihad-ı İslama bina ederek, İsevi ruhanileriyle ittifak edip din-i İslama hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakarlarla tatbik edilebilir.” Şimdi de Üstadın bahsettiği Mehdiyet hareketinin üç faaliyetinden bahsedelim.
Birinci vazife: Mehdiyetin ilk vazifesini Risale-i Nur’u bir programı olarak neşr(yayma-yayınlama) ve tatbik etme olarak belirtiyor Üstad. Risale-i Nur’un bir program halinde neşredilmesi, Risalenin ana hedefi olan iman-İslam-takva esaslarının yayılması, yaygınlaştırılması, dolayısıyla rıza-i İlahinin kazanılması yolunda en büyük vazifenin yerine getirilmesidir. Risalelerin içeriğine az çok hakim olanlar bilir ki, Risaleler yazıldığı o karanlık dönemin, küfür-cebr-fitne-her türlü münkerat vb. habasetini, nurlarıyla izaleye çalışmış ve her türlü batıl artıklarından beri, katışıksız Hak yolunu dünyaya duyurmuştur. Hal böyleyken, Üstadın bahsettiği bu hareketin ve bu hareket önderlerinin de aynı vazifeyi uygulamaya koymasından daha doğal ne olabilir? Yine Üstad bu birinci vazifenin kuvvetli itikad, ihlas ve sadakatle olduğunu belirtirken adeta İran İslam Inkılabı öncesi İmam Humeyni ve sadık talebelerini ve zulme-küfre karşı Hak yolunda meydanları dolduran fedakar İran halkını tasvir etmektedir. İran gibi Amerikan emperyalizminin bölgedeki en güvenilir bir karakolu olan bir ülkede, zalim ve hunhar bir şaha karşı verilen İslam-özgürlük mücadelesinde, eğer bu devrim önderlerinde ve bu önderliğe bağlı İran halkında kuvvetli itikad, ihlas ve sadakat olmasaydı bu devrim başarıya ulaşabilir miydi? Verilen bunca şehide, uygulanan bunca gadre rağmen İran halkı “la şargıyye la garbiyye, İslamiyye İslamiyye” sloganlarıyla meydanları doldurabilir miydi? Tarih-i alemde ender rastlanan bir hadisedir İran İslam İnkılabı. Kesinlikle İslamın en küçük hakikatinden taviz vermeyen bir İmam ve ona harfiyen uyan bir halk ve dünya küfrünün gözü önünde, modern çağın tüm algılarını değiştiren ve ters yüz eden bir İslam devleti inşası. Acaba Üstadın bahsettiği Risale-i Nur’un asıl manada neşri bundan başka birşey midir ki?
Söz buraya gelmişken şunu da belirtmek isteriz. İran İslam Cumhuriyetinde Risale-i Nur’un yayınlanması anlamında da faaliyetler başlamış durumdadır. İran’da devlet eliyle düzenlenen Bediüzzaman sempozyumu, Risalelerin Farsça’ya çevrilmiş olması yakın tarihteki gelişmelerdendir. Yine Tahran’da düzenlenen İslami uyanış önderleri sergisinde Aziz Üstadımızın da yer alıyor olması, Bediüzzaman’ın pişdarlığını-öncülüğünü yaptığı Mehdiyet hareketinin, bu güzide müceddidi ve İslam kahramanını unutmadığını göstermekte ve ona olan vefalarını ortaya koymaktadır. Bu anlamda bir sevindirici gelişmede ileri bir tarihte Risalelerin İran okullarında ders kitabı olarak okutulma projesidir. Zira işin erbabı bilir ki, İslam hakikatlerini, Tevhidi, imanı bu denli beliğ anlatan, aklı, gönlü bu denli ikna edebilen bir eser bulmak zordur.
İkinci vazife: Şeriatın icra ve tatbik edilmesidir. İmam Humeyni’nin, Şah’ın ülkeyi terketmesinden sonra yaptığı ilk icraat yeni kurulan devletin adını koymak olmuştur. Bu sırada kendisine farklı gruplardan farklı teklifler gelmiş, İmam Humeyni ise tüm bu teklifleri reddetmiş ve yeni kurulan devletin İslam devleti olması gerektiğini ve anayasanın Kuran’ın ve Sünneti Nebevinin çizgisinde olması gerektiğini ifade etmiştir. Bunu da tepeden inme bir şekilde, zorla, baskıyla değil, referandum vasıtasıyla halkın yüzde doksansekizinin oylarını alarak yapmış ve İslam Cumhuriyetini ilan etmiştir. Bu şekilde İslamın öngördüğü düzenin halka mal olması gerektiğini ve bunun için en uygun rejimin Cumhuriyet olduğunu dünyaya göstermiştir. Kabul edersiniz ki, Üstadın “gayet büyük maddi bir kuvvet ve hakimiyet” diyerek ifade ettiği bu ikinci vazife, İran Islam Cumhuriyetinde tüm şartlarıyla gerçekleşmiştir. Bugün Şeriat-ı İslamı bilfiil uygulayan bir devlet olma hüviyetini aynel yakin, ilmel yakin ve hakkel yakin bir tarzda dünya aleme göstermektedir.
Üçüncü vazife: Mehdiyet hareketinin üçüncü vazifesi iki kola ayrılmaktadır. İlki; Hilafet-i İslamiyeyi ittihad-ı İslama bina etmektir. Yani, kurulmuş olan İslam devletini ırksal ve mezhepsel marjinalliğin dar kalıplarından kurtarıp, dünya üzerinde yaşayan tüm Müslümanları kucaklayacak bir yapıya büründürmek. Bu yüce proje daha İslam İnkılabının ilk günlerinden itibaren hayata geçirilmiş bir projedir. Bu amaçla, İmam Humeyni döneminde İslam aleminin kanayan yarası Filistin’e her anlamda yardımlar başlamış ve dünya küfrünün tüm desteğini arkasına alan siyonist İsrailin yenilgi yaşadığı ve geri adım atmaya başladığı bugünlere gelinilmiştir. Yine Lübnan’da kurulmuş olan Hizbullah hareketine destek olunmuş ve Lübnan’ın İsrailin mezaliminden kurtulduğu bugünlere gelinilmiştir. İslami İran, Müslümanların yek vücut olduğunu Bosna savaşında da göstermiş, Bosna’ya en zor zamanlarında deneyimli askerlerden oluşan bir birlik göndererek savaşın kaderini değiştirmiştir. Merhum Aliya’da bunu, her platformda İranın yanlarında olduğunu ifade eden beyanlarıyla dile getirmiştir.
Yine İslam inkılabı, Müslümanların vahdetini öncelikli dış siyaseti(aslında iç siyaseti) olarak belirlemiştir. Peygamberimizin doğum haftasını “Vahdet Haftası” olarak her yıl kutlamakta, dünya Müslümanlarının liderlerini, alimlerini ve cemaatlerini her yıl Iran’da ağırlamaktadır. Ve yine her yıl düzenlenen “Kuran Olimpiyatları”, “İslami Uyanış Konferansı”, “Islami Gençlik Sempozyomu” gibi organizasyonlarla Müslümanların vahdeti için büyük adımlar atmaktadır. “Mezhepleri Yakınlaştırma Komisyonu” adlı kurumun ise asırlardır birbirine düşman olarak gösterilen İslam mezheplerinin bir ağacın dalları olduğu gerçeğini ortaya çıkarma çalışmaları son hızla devam etmekte, bu kurumun İslam ülkelerine yaptıkları ziyaretlerle bu hizmeti pekiştirmektedirler. Örneğin, yakın bir zaman önce ülkemize de böyle bir ziyarette bulunulmuş ve Diyanet İşleri Başkanıyla bir görüşme yapılmıştı.
Üçüncü vazifenin ikinci kolu ise; İsevi ruhanileriyle ittifak edip din-i İslama hizmet etmektir. Üstad Bediüzzaman’ın Mehdiyet hareketinin son vazifesi olarak belirttiği bu hizmet kolunda da İslami İran büyük ilerlemeler kaydetmiş durumdadır. Yıllar evvelinde bu hizmete ilk önce sanatın sinema dalında yapımlarla başlayan İran, Ashab-ı Kehf, Hz. Meryem filmleriyle tüm dünya Hristiyanlarına gerçekleri anlatmıştır. O yıllarda İseviler tarafından yoğun bir ilgiyle karşılanan bu filmlerle ve İranın emperyalizme ve tüm zalimlere karşı aldığı tavizsiz-onurlu tavrın etkisiyle ve hiçbir zaman başka milletlerle ilşkilerini sömürme amacını gütmeden, barışcıl sürdürmesiyle mazlum Hristiyan milletlerin gönüllerini fethetmiştir. Öyleki bugün gelinen aşamada, Venezüela, Bolivya, Küba, Şili, Ekvador, Uruguay gibi Latin Amerika devletleri, birçok Hristiyan Afrika ülkesi ve Bağlantısızlar Hareketi gibi mazlum birçok devlet askeri, bayındırlık, tarım, teknoloji, petrol, kültür vb. birçok konuda İran’la sıkı bir ilişki halindedirler. Bediüzzaman’ın bu üçüncü vazifenin hayata geçirilmesi için “pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakarlarla tatbik edilebilir” demesi de aslında başlı başına güçlü bir devletten bahsediyor olduğunun kanıtıdır. Bugün dünya siyasetinden az buçuk anlayan herkes İranın ulaştığı siyasi-askeri-teknolojik-tıp-eğitim-sanat vb. alanlardaki başarılarının altında yatan sebebin İslam ve İslama gönül vermiş milyonlarca fedakar olduğunu bilir.
Hülâsa-i kelam; Üstad Said Nursî’nin bahsettiği bu Mehdiyet Hareketinin, anlattığımız bu sebeplerden dolayı İran İslam Cumhuriyeti olduğuna inanıyoruz. Ahirzamanı yaşayan Müslümanların, bu kutlu harekete ve Dünya Mustazaflarının ve Müslümanlarının Rehberi İmam Seyyid Ali Hamaneye bağlanmasıyla kurtuluş yolunu bulacaklarına iman ediyoruz. Çünkü, İmam Ali Hamaneye biatli bir avuç Gazzelinin, bugün Korsan İsraile karşı zafer kazanmasının sırrı, vahdet binasının temeli olan bir İmama bağlanmış olmalarıdır. Eğer kendi memleketlerimizde bizlerde Peygamber torunu Seyyidimiz İmam Hamaneye biat edip, ittihadı İslamı gerçekleştirirsek, emin olun her anlamda kazanç ve zafer bizim olacaktır. Biz bu yazıyla Üstadın bu gaybi ihbarından anladığımızı anlattık. Fakat her türlü eleştiriye ve yoruma açık olduğumuzu da belirtmek isteriz. Bizim bu konuda yanıldığımızı düşünen varsa, Üstadımızın bu mektubunun kendilerince doğru yorumunu da açıkçası dinlemek isteriz. Vesselam.
Vallahu allamul ğuyub.
iyi sallamış
helal olsun bir yazı ancak bu kadar çarpıtılabilirdi. Üstadın iki eli yakanızda olsun iranmış humeyniymiş güçlü devletmiş. miş miş
Eğer olmasaydı bir Hak cephe alemde,
Bizler kimin saflarında yer edinecektik?
Eğer olmasaydı Haklılar yer yüzünde,
Bizler kimin ile birlikte olacaktık?
Ne mutlu ki bizlere Adem (as) in mirasını,
Taşıyan EVLADını hem de o en HASını,
Tanıdık ÜSTAD ile Risale-i Nurlardan;
Ve baş koyduk yoluna geçerek hanümandan.
Bu miras gündüz olur günümü aydınlatır,
Sert soğuklara karşı içimizi ısıtır,
Hakkın kendisidir bu, karşısı da batıldır,
Hakka bağlanmayanlar en geride atıldır.
Vesselam…
Aziz üstadımıza ve tüm NUR talebelerine,
Yüce İmamımıza, ve yolundan gidenlere,
İslam İnkılabı rehberimize ve gönül verenlerine,
Bu dersi bize öğreten emektar Hakverdi’ye,
Selam olsun. Selam olsun.
Yarabi üstadımıza katından ğani ğani rahmet eyle mükemmel bir yazı Allah cc razıolsun
Pişdarıyım dedi Bediüzzaman
Biraderim’dir dedi Yüce İmam
Biatimizi kabul eyle Canlı Şehid
Ölüm üzere verdik Ahid
Bu Feryat Aleme Sada Oldu
Ölü Ruhlar hep Cana Kavuştu
Bu Muştu Artık Ayan Oldu
Düşmana Dert Mümine Derman Oldu
Mükemmel bir yazı , Allah razı olsun…