RENGİNE ALDANDIK – Ahmet Yasin YİĞİTOĞLU
RENGİNE ALDANDIK – Ahmet Yasin YİĞİTOĞLU
Hintli bilgin Beydeba’nın “Kelile ve Dimne” adlı eserinde dikkatleri celbeden ve günümüze ışık tutan ibret amiz bir hikâye vardır. Hikâye şöyledir: Bir gün ormanlar kralı aslan ölür ve ormandaki hayvanlar yeni bir kral seçmek için bir araya gelirler. Krallık için pek çok aday vardır. Tilki de krallığa adaylığını koyanlar arasındadır. Krallık için makul gerekçeleri vardır ve sıralamıştır vaat ile özelliklerini. “Kral olursam aranızda adaletle hükmederim, kimse zulme uğramaz. Benim aslandan bir farkım yok. Ben de en az onun kadar güçlüyüm, üstelik pençelerim de var. Hem rengim de onun rengine benziyor.” Doğru demiş diğer hayvanlar ve tilkiyi kral olarak seçmişler kendilerine. Bundan sonra sen bizi yönetip idare et demişler. Seçmişler seçmesine ama daha birkaç gün geçmeden tilki diğer hayvanlara çatmaya ve saldırmaya başlamış. Vaziyetin vahim olduğunu gören hayvanlar bu gidişata bir dur demek için tekrar toplanmışlar. Tilkiyi de çağırmışlar ve “Biz senin ne mal olduğunu biliyorduk ama rengine aldandık rengine” demişler.
Aldanmak insanın tabiatında vardır. Nitekim insanlığın atası Hz. Âdem’de aldanmıştır. Ancak aldanmasına sebep olan davranışından dolayı hayâ, büka (ağlayış, gözyaşı) ve duaya yönelmiş, böylelikle de ilahi affa mazhar olmuştur. Ancak her aldanma aynı değildir. Hele bir de aldanma tövbe ile sonuçlanmamışsa durum kötüdür. Bundan daha kötüsü ise aldandığının farkına dahi varamamadır. Bir insana güvenir ve bir miktar borç verirsiniz. Söz konusu kişi size olan borcunu ödemediğinde aldanmışsınız demektir. Ancak buradaki zararınız borç olarak verdiğiniz miktar kadardır. Yahut bir adama bir şey emanet edersiniz. Adam emanetinize hıyanet eder. Yine aldanırsınız. Ama kaybınız emanet ettiğiniz şeyin maddi veya manevi değeri ile sınırlıdır. Peki, her aldanış böyle ufak şeylerle mi atlatılır? Bazı aldanışlar insanın dünyasında yıkımlara ve tahribatlara yol açarken öyle aldanmalar da vardır ki insanın hem dünyasını hem de ahretini mahveder. İnsanın din noktasında aldanmasından bahsediyor ve şu ayeti kerimeyi hatırlatmak istiyoruz: “…ve aldatıcılar sizi Allah ile aldatmasın.”(Fatır 5) Burada zikrettiğimiz ayet hem bir bilgi aktarıyor hem de bir ikazda bulunarak uyanık olmamız gerektiğini söylüyor. Demek ki birtakım insanlar dinle, imanla yani Allah ile aldatma yoluna gidebilirlermiş ve bunlara karşı çok ama çok dikkat etmek gerekliymiş. Evet, insan din noktasında, peşinden gittiği âlimler noktasında veya tabi olduğu, yönetimi devrettiği idareciler noktasında aldanırsa o zaman nasıl bir manzara çıkar ortaya? Kaybı basit olur mu dersiniz? Kötü bir arkadaşın dahi insanı cehenneme götürebileceği bir hakikat iken âlim diye uyulan, salih zannedildikleri için ülke yönetimi ellerine verilen şahıslar aldatmalarıyla insanları ne tür felaketlere sürüklerler acaba?
Hz. Peygamber: “Ahir zamanın İslam âlimleri Beni İsrail’in peygamberleri gibidir.” buyurmaktadır. Demek ki zamanımızda öyle âlimler var ki bunlar yaşayış itibariyle Beni İsrail’in peygamberlerine benzemekteler. Yani onlar Hz. Musa ve Hz. Harun’u, Hz. Zekeriyya ve Hz. Yahya’yı, Hz. Davut ve Hz. Süleyman’ı ve Hz. İsa gibi kutlu elçileri hatırlatmaktalar. Şu halde mademki Allah Resulü ahir zamanda kendi takipçilerini onlara benzetmiş öyleyse Müslümanları yönetmeye onlardan daha layık kim olabilir? Yönetim öyle bir makamdır ki orada bulunanların ehil kimseler olması şarttır. (Ahirzamanda ehil olmayanlarımn iktidar olacağı bir ihbarı gaybi olarak bildirilmiş). Zira hadiste mahşerde onların elleri bağlı huzura getirilecekleri haber verilmektedir. Neden peki? Çünkü Allah Resulü herkesin idaresi altındakilerden mesul olduğunu söylüyor. Bu iş vebaldir ve ağır bir sorumluluk gerektiriyor. Hz. Peygamber’in, raşid halifelerin ve Ehl-i Beyt’in mümtaz şahsiyetlerinin geceleri rahat uyku uyuyamamasının nedeni budur. Bundan dolayıdır ki yöneticilerin âlim, adil kimseler olması gerekir. Hz. Hüseyin’in buyurduğu gibi: “Andolsun ki Kitabullahla amil olmayan, adalet terazisini elinde tutmayan, hak ve gerçek dine göre hareket etmeyen, nefsini Allah ile bağlamayan kişi gerçek manada imam ve önder olamaz. ” Şu halde mihenge vurup bakmak lazım yönetimlere ve yöneticilere. Acaba İsrail oğullarının peygamberleri elan (şimdi, günümüzde) yaşıyor olsalardı nasıl bir hayat sürerlerdi acaba? Saraylarda mı yoksa mütevazı evlerde mi yaşarlardı? En lüks otomobillere mi binerlerdi dersiniz. Peki ya evlatları imtiyazlı mı olurdu, israf mı iktisat mı felsefeleri olurdu? Maslahat diyerek Müslümanları katledenlerle uzlaşıp onlarla ticari anlaşmalar mı imzalarlardı yoksa onlarla mücadele mi ederlerdi? Peki ya onların iktidarında halk arasında uçurum olur muydu ve insanlar açlıktan ölür müydü? “Canım onlar yüce insanlardı. Kimse onlar gibi olamaz.” diyenler olabilir ama yukarıdaki sahih rivayet bu cahilce düşünceyi tuzun suda çözünmesi gibi çözüp bertaraf ediyor ve şüpheye mahal bırakmıyor. Demek ki böyle yüce insanlar asrımızda da varlar. Bunu biz değil Allah Resulü söylüyor. Peki, nerede? Dış görünüşe aldanan basiretsiz ve manasız bakışlarda değil. Hikmet ve ilim kokan feraset dolu bakışlarda. Kıblesi dünyevi meşgalelere dönük olanların değil, yüzünü hakka dönenlerin istikametinde ve ufkunda. ”Görürsün şayet dürbünü taksan, her şey bir ayet imanla baksan.” yüksek hakikatini idrak eden irfanla bezenmiş parlak zihinlerde elbette.
Şu halde tüm İslam ümmetinin ulemasını ve yöneticilerini sorgulaması şer’i bir vecibedir. Zira Allah Resulü “Görünüşü size Allah’ı hatırlatan kimselerle beraber olun.” buyuruyor. Şu halde bakmak lazım yaşam tarzları bize Hakkı çağrıştırıyor mu, Resulullah’ı hatırlıyor muyuz onları görünce.
İsmini dahi zikretmek istemediğimiz ama maalesef halkımızın önemli bir kısmının rağbet gösterdiği âlim kılıklı birisi çıkmış diyor ki sizin düşünmenize gerek yok. Aklınız karışır. Biz sizin yerinize düşünürüz. Ulan ahmak adam, hain adam. Kur’an sadece sana mı diyor düşün diye yoksa tüm insanlığa mı? Evet, Kur’an sadece Müslümanları değil tüm beşeriyeti düşünmeye sevk ederken adam kalkmış ne diyor. Şimdi bu yüce kitabı tahrif değil de nedir? Biz bilmeyiz büyüklerimiz, âlimlerimiz bilir der ve düşünmeyi terk edersek Kur’an’a muhalif davranmış olmaz mıyız? Şu halde akl-i selim diyor ki hem insanları düşünmekten men edip kendileri ne derlerse onun doğru kabul edilmesi gerektiğini söyleyen âlim kılıklı fitne unsurlarından hem de böylesi cahilane davranışlerdan uzak durmak lazım gelir. Bu ülkenin bağrından çıkıp âleme Hak ve hakikat dersi veren Bediüzzaman Hazretleri nasıl davranmamız gerektiğini bakın ne de beliğ ifade etmiş:
“Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür.
Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız.
Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum.
Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz.
İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalpte saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz. (Münazarat. S, 48-49)
Peki, formül nedir? Formül aslında çok basit Hz. Ali buyuruyor ki: “Siz hakkı tanımadığınız müddetçe Hakka uyanları da tanıyamazsınız.”. Demek ki Hakka uyanları tanımak için önce Hakkı tanımak gerek. Bu nasıl mı olur? Allah’ın kelamı olan Kur’an-ı samit (sükût eden, sessiz) olan Kitabullah’ın ve Kur’an-ı natık /canlı, konuşan) olan Resul-i Ekrem’in, pak Ehl-i Beyt’inin ve güzide ashabının izini takip etmek ile olur. Kişileri ve fikirleri bu mizanda tartarsak hakikatten ayrılmamış oluruz. Zira Allah Resulü ümmetinin kendisinden sonra haktan ayrılmaması için şu mühim sözleri buyurmuşlardır: “ “Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; onlara sarıldığınız sürece benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz. Onlar Allah’ın Kitab’ı ve benim itretim Ehl-i Beyt’imdir. Bu ikisi, Kevser Havuzu üzerinde bana tekrar dönünceye kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar. Bakın görün benden sonra onlara nasıl davranacaksınız?
Biz kimseye hakaret etmiyoruz. Bize hakaret edenlere dahi hakaret etmiyoruz. Zira nebevi öğretilerde hakaret yoktur. Sadece soruyoruz ve sorduklarımızın sorgulanmasını, üzerinde düşünülmesini istiyoruz. Sorgusuz sualsiz kabul olmaz. İslam’ın esasları herkesi bağlar. İmtiyazlı bir zümre yoktur. “Hırsızlık yapan Fatıma dahi olsa cezalandırılır.” diye buyururken Hz. Peygamber hangi yöneticinin kızı veya oğlu ayrıcalıklı olabilir? Acaba Allah Resulü’nden daha değerli bir baba ve Hz. Fatıma’dan da daha değerli bir evlat var mıdır ki? Bununla şunu anlatmak istiyoruz; İsraf haram kılınmışsa buna herkes uymak zorunda. Bunun ülke itibarı gibi bir izahı olamaz. Hz. Ömer ülke itibarını bilmiyor muydu ki Bizans elçilerini mütevazı yönetim merkezinde karşılıyordu. Bunun gibi kul hakkı, faiz, zina, kumar, adam öldürmek ve diğer yasaklar herkes için geçerlidir ve kimse bu hususlarda özel bir hukuka tabi değildir.
Bizler sıbgatullah (Allah’ın boyası) ile boyanırsak hakkın boyası ile boyanmayan hilekârların renkleri bizi aldatamaz. Nerede ve ne şekilde olurlarsa olsunlar hemen tanırız onları. Renginden tanırız bu istismarcı hokkabazları. Bu ise Asa-yı Musa misali onların hilelerini boşa çıkarır, entrikalarını akim kılar. İşte o zaman Hakk zuhur etmiş ve batıla yol görünmüş demektir. Bunu başardığımız takdirde nurdan bir eleğe sahip oluruz ve şüpheli şeyleri bu elekten geçiririz. O zaman da anlarız ki; her örtülü iffet abidesi bir mücahide değildir. Çünkü Resulullah’ın örtülü çıplaklar olarak nitelendirdiği ve cennetin kokusunu dahi alamayacak olan bir zümrenin olduğunu biliriz. Ve yine biliriz ki örtü şuurla takılmadığında kişinin sadece günahını arttırır, üzerine de bir yük olur. Anlarız her secdeye gidenin gerçek manada abid olmadığını. Zira artık idrak etmişizdir “Vay o namaz kılanların haline.” ayeti kerimesindeki ultimatom niteliğindeki ikazı. Farkına varırız her bilgilinin de cennetlik olmadığının. Çünkü bu dinin mübelliği ilmiyle amel etmeyen ve kitap yüklü merkebe benzetilen zümreyi tanıtmıştır bize. Bu tanıtma sayesinde bu dinin Bel’am’larını çok iyi tanıyoruzdur. Hatta bilginin zirvesinde olan Şeytan değil midir şerrinden Allah’a sığındığımız. Şu halde Resullah’ın mübarek sahabesi Ebu Zerr misali niçin insi şeytanlardan da Allah’a sığınmıyoruz? Atalar dahi “Her gördüğün sakallıyı deden sanma.” diyerek meseleyi vuzuha kavuşturmuşlardır.
Hülasa renge aldanmamak lazım. Mahşerde her şeyden sorguya çekileceğiz. Çocuklarımıza verdiğimiz isimlerden kimlerin peşinde gittiğimize değin her şeyden sual olunacağız. Acaba oradaki ahların, eyvahların bir faydası olur mu? Tüm insanların bir araya toplanacağı (Kehf 47), amel defterlerinin verileceği (İsra 13), kimi yüzlerin güleceği, kimi yüzlerin ise karanlığa bürüneceği (Abese 38-42), mizanın kurulacağı ve amellerin eksiksiz tartılacağı (Enbiya 47), cehennemin kızıştırılacağı (Tekvin 12), ve insanların tabi oldukları imamları ile çağrılacağı (İsra 71) o dehşetli hesap gününde hakikatleri anlayamamışım, yanlış kişilere tabi olmuşum, onların buyruklarını düşünmeksizin yerine getirmişim, beni kandırmışlar, aldatmışlar, kendi dinlerini Öz Muhammedi İslam diye anlatmışlar gibi mazeret ve yakarışlarımız kabul görmezse o zaman ne yapacağız? Bunlar bir tasavvur değil, 124 bin peygamberin ve kutsal kitapların bildirdiği bir hakikattir. Peygamberimiz (sav) “Allah akıldan daha yüce bir varlık yaratmamıştır. Hiç kimse kendisini hidayete götüren veya tehlikeden alıkoyan aklından daha faziletli bir şeye sahip değildir” buyuruyor. O halde hakka nasıl mazeret sunabilir ki insan. Söylenecek o kadar çok söz var ama biz bu kadarla iktifa ediyor ve hep beraber düşünmek, dersler ve ibretler almak gayesiyle aşağıdaki ayet ve hadis mealleriyle yazımızı sonlandırıyoruz.
“ve ey rabbimiz diyecekler biz liderlerimize ve ileri gelenlere uyduk. Onlar da bizim yolumuzu şaşırttılar.” (Ahzab 67)
“Benden sonra, ileride yalan söyleyip zulmeden emirler türeyecektir. Onların yalanlarını tasdik edip zulümlerinde onlara yardımcı olanlar, benden değil ve ben de onlardan değilim. Onlar (Kıyamet günü) Havzıma uğrayamazlar.”
“Benden sonra öyle devlet adamları gelecek ki, dininizin ve sizin güzel gördüğünüz şeyleri çirkin, çirkin gördüğünüz şeyleri güzel göreceklerdir. Yani onlar kendilerine göre iyilikleri ve kötülükleri tayin edeceklerdir. Kim bunların isteklerine karşı gelerek onlara uymazsa iki cihanda kurtulmuş olur. Bunları terk eden selamete ermiş olur, kim de bunların ( günah kervanına ) karışırsa felakete sürüklenir.”
Mehmet Salih Putkıran kardeşim. Allah sizden de razı olsun. Mevla bizlere hakkın boyası ile boyanmayı nasip etsin.
Allah sizden razı olsun.Elinize,dilinize,zihninize ve yüreğinize sağlık…