O kadar mı? O kadar… – Hüseyin Yahya CEVHER
O kadar mı? O kadar… – Hüseyin Yahya CEVHER
Yıllar önce bir ortamda yapmakta olduğumuz muhabbet/sohbet/tartışma her zamanki gibi önce İran’a sonra da İran İslam İnkılabı’nın bilimsel ve teknolojik gelişmelerine geldi. O anda İran’ın bilimsel ilerleyişini küçümseyen hasûd bir tip yapmış olduğumuz açıklamaların sonucunda çatlamış, ona daha yakın olan arkadaşını da yanına alarak hava almak için sohbete bir ara vermişti. Bu esnada yanımda yaşım kadar süredir İslam İnkılabı’nı tanıyan, seven, sayan, anlatmaya çalışan bir başka ağabeyim daha vardı. Anlattıklarımdan o kadar etkilenmişti ki bana dönerek, “O kadar var mı ya?” şeklinde bir soru sordu. Şok olma sırası bendeydi, dedim “Ne bu kadarı, bunlar bize sızan gerçek gücün, bilimsel ve teknolojik ilerlemenin yüzde, hatta binde biri…”
Allah’a şükür İran İslam İnkılabı, kahraman İran halkının çabaları, İmam Humeyni(ra)’nin büyük önderliği ile 1979 yılında gerçekleşmiş, yeryüzünden tamamen silinmiş olduğu düşünülen Öz Muhammedi İslam’ı, Süreyya yıldızından indirerek yeniden yeryüzüne hakim kılmış, müstekbirlerin kurmuş olduğu iki kutuplu ama gerçekte tek kutuplu ve o kutbun da küresel siyonizm ve emperyalizmin olduğu düzeni darmadağın etmiştir.
Bir zamanlar süper güç olarak tanımlanan emperyalist devletlerin güneşin karşısında eriyen kar gibi eridiğini müşahade ettiğimiz şu günlerde yine siyasi terimlerden hiper güce de değinmeden geçemeyeceğim. “Hipergüç, süpergüçler arasında faaliyet alanı, askeri ve ekonomik açıdan diğerlerinden daha üstün olan devlete denir. Dünyada hiçbir zaman iki ayrı hipergüç bulunmaz.” şeklinde izah edilmektedir. Bu çerçevede biz görürüz, göremeyiz tartışılır ama şu anda bir süper güç olan İran İslam İnkılabı hiper güç olarak tüm dünyaya İslam’ın hükümranlığı yaşatacaktır. Bunu da yaparken İslam İnkılabı yetkilileri ve bu yolda mücadele edenler kendi ırklarını, devletlerini, menfaatlerini ön plana çıkarmak için değil vaad edilmiş mustazafların yeryüzüne varis olması ayetini icra etmek için yapacaklardır.
Kurulduğu ilk günden itibaren faaliyet alanı, askeri ve ekonomik gücünü dünya ölçeğinde büyütmek için çalışıp, çabalayan İslam İnkılabı bu süreçte çok zorlu günlerden geçmiştir. Devrimin hemen ardından meydana gelen iç isyanlar, hemen akabinde Saddam’ın müstekbirlerin emriyle İran’a saldırısı, eş zamanlı olarak devam eden ambargolara rağmen, İranlı yetkililerin faaliyet alanını artırmak için Afrika’nın adı bilinmedik ülkelerine yaptıkları ziyaretlere bıyık altından gülerek bakanlar, bugün karşılarında duran manzara karşısında şok üzerine, şok geçirmektedir.
1980’li yıllarda Afrika’daki halkına zulmetmeyen, tam olarak müstekbirlerin kontrolünde olmayan ülkelerle ilişkilerini geliştirerek kuru ekmeğini de oradaki açlıktan ölen garibanlarla paylaşmayı ihmal etmeyen İslam İnkılabı, bugün derileri kara, gönülleri pirüpak milyonlarca hazır askere, gönüllü fedaiye, serdengeçti yiğide sahiptir.
1990’lı yıllarda Latin Amerika’yı kontrolüne almaya başlayan İslam İnkılabı’nın bu başarısı 2010 yılına kadar ifşa edilmemiş; 2010 yılında büyük devrimci, gönül adamı, mustazaf halkların sevgilisi, Latin Amerika’nın Necaşi’si Hugo Chavez tarafından 33 Latin Amerika ve Karayip ülkesi Büyük Şeytan Amerika’ya karşı birleştirilmiş küfre tarif edilemez bir tokat daha indirilmiştir. ABD ve Kanada hariç tüm ülkelerin müstekbirlere karşı böyle bir adım atması kimin organizasyonuyla, hangi hedefle gerçekleştirilmiştir ileri ki günlerde daha somut olarak göreceğiz.
2010’lu yıllara geldiğimizde ise dünyanın merkezi Ortadoğu’da İslam İnkılabı’nın gücü iyiden iyiye hissedilmiş, korsan İsrail karşıtı direniş grupları aleni olarak İran’ın kendilerine yardım ettiğini açıklarken, ilk kez resmi makamlarda, her ortamda aleni olarak korsan İsrail’e karşı mücadele eden her türlü harekete her türlü desteği verdiklerini haykırmaya başlamışlardı.
Yapısı itibariyle kibrin zirvesinde olan İslam düşmanları çok kısa bir sürede Yüce Allah(cc)’ın yardımıyla böyle bir ilerleme ile kendilerini dünya gündeminden silerek, dünya gündeminin ilk sırasına oturan İran İslam İnkılabı’na karşı saldırılarını artırmış, direk olarak saldırmaya cesaret edemediklerinden Suriye’yi Irak’ı Lübnan’ı hedef alma projesini hızlandırmış, özellikle ikinci bir İran olma yolunda geliştirilen Suriye’yi tarumar etmişlerdir. 2015 yılına adım atmak üzere olduğumuz şu saatlerde artık yeni bir dönemin başladığını bildirir, küfrün elindeki en etkili kozlardan olan tekfircilik fitnesinin de Dünya Müslümanlarının ve Mustazaflarının Rehberi Seyyid İmam Ali Hamaney’in dualarıyla bertaraf edildiğini açıklar, bunun en bariz göstergesinin ise “vay geliyor, gidiyor, uçuyor, kaçıyor, kesiyor” şeklinde reklamı yapılan IŞİD terör örgütüne “IŞİD sadece bir teferruattır” şeklinde yaklaşması olduğunun gözden kaçırılmaması gerektiğini söyleriz.
Her ne kadar Lübnan içerisindeki hainler kabul etmese de İran’ın karşılıksız Lübnan ordusunu silahlandırma teklifi, Suriye’ye her türlü yardımı yapması, Irak’ta artık aleni bir şekilde varlığını ortaya koyması, üst düzey komutanların Irak, Suriye, Lübnan, Filistin cephelerinde göğüs göğüse çarpışması dünya tarihinin belki de şahit olunan en güzel anlarıdır. Tadını çıkarmak gerekir. Gülerek şehadete giden İranlı tuğgeneral Hamid Tekva, İslam coğrafyaları arasındaki sınırların kalktığını, İran İslam İnkılabı’nın üst bir merci olarak tüm dünya müslümanları ve mustazaflarının derdiyle dertlendiğinin en bariz göstergelerindedir.
İmam Cafer Sadık(as)’ın her akşam dolu sepetle bir yerlere gidip, boş döndüğünü gören takipçilerinden birisiyle arasında geçen konuşma unutulmazdır.
Takipçi: “Efendimiz; tıpkı babalarınız gibi yalın ayaklılara gizlice yardım etmeniz gayet güzel bir olay; ama “Bunlar Ehlibeyt’in takipçileri midir, değil midir; sizleri hakkıyla tanıyorlar mı, tanımıyorlar mı?” diye hiç düşünmüyor musunuz da sürekli onlara yardım ediyorsunuz?”
İmam Cafer Sadık(as) tebessüm ederek cevap verdi: “Eğer öyle olsalardı, tuzlarını dahi eksik etmezdik!”
İşte bugün İslam İnkılabı tüm insanlığa el uzatmaktadır, kendi takipçilerinin ise tuzlarının dahi eksik olmamaması için çalışmaktadır. Bize düşen hakkıyla bu yolda yürümeye çalışmaktır. Çünkü bizi düşünen İslam İnkılabımız ve İslam İnkılabımızın tabi uzantıları mevcuttur.
Bitirirken bundan yaklaşık 8-10 yıl önce bir ağabeyimin İslam İnkılabı’nın komşu ülkelere müdahale ederek oralarda halk devrimlerini gerçekleştirebileceğini anlattığı sohbetten de bahsetmek isterim. Aynen yazının girişindeki hayretler içerisinde olan ağabeyim gibi ben de o zaman “O kadar mı?” dediğimi hatırlıyorum. İşte birilerinin o kadar mı diye yaklaştığı olayları, birileri yıllar öncesinden görüp, ona göre yollarına devam etmektedir. Yapmamız gereken bu durum bu şekilde yakinen bizlere göründükten sonra ileri görüşlü, basiret ehli kişilerin eteğine yapışıp, onlardan ayrılmamaktadır. Ya değilse üç kuruşluk bilgimizle, beş kuruşluk analiz yapmaya kalkarsak yıllık olur, oysa on yıllık analiz paha biçilemezdir.
“Ey îmân edenler! Allah’dan sakının! O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın ve (O’nun)yolunda cihâd edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide Suresi, 35.Ayet)
Vesselam…
İleri görüşlülük, Devlet adamı olmak, Halklara bir ümid adamı olarak sahne almak, Düşmanlara karşı bir teyakkuz ve tedbir içinde olmak, vs. Daha bunlara benzer bir çok özellik; cephenin (paralel-karşıt) her yönünde tüm boyutlarıyla şahıslar ve akımlar üzerinde kendini ayan beyan gösteriyor. Bahsi geçen ve ayan beyan gözlerimiz önünde kendini gösteren bu özellikler, Hak ile batılın halklar üzerinde etkili olma figüranlarıdır. Hak cephe bu özellikleri, figüranları halkları varlığa, birliğe, dirliğe yönlendirerek fıtratı koruma yolunda kullanırken, batıl cephe de tam tersi yokluğa, çok başlılığa ve geçimsizliğe yönlendirerek fıtratı bozma yolunda kullanmaktadır. Mesela ülkemizde görülen danışıklı dövüşler, batılın ömrünü uzatma ve halkları biraz daha kandırma hamleleri, kullanılan söylem ve eylemlere ve halkları getirdikleri hazırbulunuşluk durumlarına baktığımızda bunu görebiliriz. Hak cephenin hamleleri ise yukarıdaki yazı içerisinde çok güzel izah edilmiş zaten.