NASIL SÖYLEMELİ… – Musa GÜNEŞ
NASIL SÖYLEMELİ… – Musa GÜNEŞ
Padişah, bir gece rüyasında tüm dişlerinin döküldüğünü görünce rüya tabircisinin huzuruna getirilmesini buyurur. Tabircibaşı yanına gelince, padişahın rüyasını yorumlar: ‘Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki tüm yakınlarınızın gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz.’ Bir an sessizlik olur; ardından padişah kükrer: ‘Tez atın şunu zindana, felaket habercisi olmak neymiş öğrensin!’ Tabircibaşı, yaka paça götürülüp zindana atılır. Padişah bir başka tabircinin bulunmasını emreder. Huzuruna getirilen ikinci tabirciden rüyasının yorumunu ister. İkinci tabirci de: ‘ Bu hayırdır Padişahım! Bu rüya, tüm yakınlarınızdan daha uzun yaşayacağınızı gösterir. Daha nice seneler boyu ülkenizi yönetebileceksiniz.’ Padişah, ağzı kulaklarında buyurur: ‘Bu tabirciye iki kese altın verin!’
Emanetin göklere, yere ve dağlara sunulduğu onların bundan kaçındığı ancak insanın yaratılış gerçeği olarak bunu üstlenecek güçte (Ahzab 72) olduğu ve bu emaneti yüklenen varlık olduğuna hepimiz şahit olmaktayız. Öyle ki bu emanetin ağırlığı, farkında olanların belini bükmüş, uykularını kaçırmıştır. Bu emanetin farkında olanlar ve bu emaneti severek ve isteyerek göğüslenenler dağların, göklerin ve yerlerin kaldıramayacağı kadar zor bir göreve talip olmuştur. Emaneti almaktan kaçınan yer- gök Allah’ın çağrısına ise ‘isteyerek gelmişlerdir.’ (Fussilet 11) Bu emaneti severek yüklenenler de ‘isteyerek geldik’ demişlerdir aslında. Bu öyle bir emanet ki doruk noktası olarak ölüme gülerek kucak açmak vardır. Malını, evladını, bütün her şeyini bu yolda feda etmek vardır. Yerin ve göğün isteyerek geldik sözüne binaen ‘her şeyimizle geldik’ dercesine amel ve söylemlerle ispatlamıştır emaneti severek yüklenenler. (1) Bu emanetin farkında olup, isteyerek emaneti omuzlayanlar göreceklerdir ki dünyanın hiçbir mesleğinin bu emanete sahip çıkmak kadar zor, yaşamak ve anlatmak- karşıdakini ikna etmek kadar güç olmadığına şahit olmaktadırlar. Ancak bu emaneti isteyerek omuzlayanlar emaneti yaymak ve yaşayabilmek için verdikleri emeğin her zerresi adına aşkla, sevgiyle her şeyini feda edecek kadar ilerlemişlerdir.
Bu emanet uğruna verilen onlarca yıllık emeğin bir kerede heba olduğuna, severek emaneti omuzlayanlar şahit olmaktadırlar. Çünkü bu tür kişilerin genelde; sosyal, ekonomik, siyasi güçleri olmadığından veya çok az olduğundan yıllarca emek verdiği bir kişinin bir tek haberden sonra tekrar eski haline döndüğüne şahit olmuşlardır.
Ali Şeriati ‘Hiçbir Peygamber dinsiz bir topluluğa değil, din algısı bozulmuş bir topluma gönderilmiştir.’ şeklinde buyurduğu gibi ve son zamanlarda özellikle içeriği boşaltılan, din algısının tamamen değiştirilmiş olduğuna toplumumuzda her gün şahit olmaktayız. Ve emaneti en doğru şekilde insanlara anlatmak için yoğun şekilde çaba gösterildiğini müşahede etmekteyiz.
Emanetin yüklendiği insan, emaneti doğru anlatmak için son derece özenle çalışmakta ancak bazen bu davayı yüklenenlerin de sabrının taştığına şahit olmaktayız. Hakkı hakikati söylemenin yanı sıra önemli olanın bu hakikatlerin söylenme tarzı olduğunu göz ardı edemeyiz. Hz. Ali’nin ‘Her zaman doğruyu söyleyin, ancak her doğruyu her yerde söylemeyin’ sözünü bazen uygulayamamakta aklımıza gelen her şeyi bir kerede söylemenin derdine düşmekteyiz. Bu konuda Şehid Mutahhari’nin, Doğruların Öyküsü adlı eserinde; bir konuda ciddi yanlış yapan bir kişinin hatasını kendisine söylemesi için İmam Zeynel Abidin’in aylarca uygun ortam aradığına şahit olmaktayız. Ancak bizler beklemeyi, bazı şeylerin anlaşılması için uygun bir zamanın gelmesini yenilgi olarak algılayabilmekteyiz. Çoğu zaman girilen tartışmalarda emaneti yüklenen kişilerin amacı haklı olmak mı, emaneti en güzel şekilde anlatmak mı gerçeği birbirine karışmaktadır.
Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. (Ali İmran 159) hangi dava, hangi emanet olursa olsun eğer yumuşak davranmaz, kibar bir dille söylemezsek katı yürekliliğimiz ile kimseyi yanımıza çekemeyeceğimiz bir kesin. Hele ki Allah’ın emanetini severek omuzlayan kişiler, sözün en güzelini (Zümer 23) en güzel şekilde, karşıdakini ikna edecek tarzda dile getirebilmelidir.
Hz. Nuh, kendisinden çekilip ayrı bir yerde bulunan oğluna ‘oğulcuğum’ diye sevgi ve merhamet diliyle davet etti. (Hud 42) Hz. İbrahim’in ise müşrik olan babasına emaneti anlatırken nasıl davrandığına, babasının ‘böyle davranmaya devam edersen seni öldürürüm’ demesine karşın ‘selam sana dedi ve Rabbimden senin için bağışlanma dileyeceğim’ demesine şahit olduk. (En’am 74, Meryem 41-50. Ayetleri dikkatle incelemenizi tavsiye ederim)
Hz. Hasan ve Hüseyin henüz 6-7 yaşlarında iken bir yaşlı amcanın yanlış abdest aldığını görürler. Bu amcaya doğru şekilde abdest alınmasını şu anda aldığı abdestin yanlış olduğunu anlatmak istiyorlardı. Ancak bunu en güzel yöntemle yaşlı amcayı kırmayacak şekilde yapmaları gerekiyordu. İkisi bu amcanın yanına gidip: ‘amca biz abdest alacağız sen hakem ol hangimiz doğru hangimiz yanlış alıyoruz’ dediler. İkisi de yaşlı amcanın sağ ve solunda oturup abdest almaya başladılar. Yaşlı amca bu iki çocuğu iyice takip etti. Sonra onlara ‘siz ikiniz de doğru abdest aldınız ben yanlış aldım’ dedi. İşte Nebevi yolda olanların öğretme tarzı. Bizler ise çoğunlukla ‘sen’ dilini kullanarak eleştirme ve haklı olma düşüncesindeyiz. Kişilerin sevdiği kişileri doğrudan hedef almamız ise diğer büyük bir hata çünkü sevdiği kişiyi hedef alarak başladığımızda bundan sonra söyleyeceğimiz her kelime boşuna söylenmiş gibidir. Hatayı söyleyip, kişilere uyarlanmasını kendisine bırakmalıyız. Kişilerin aklını kurcalayan soru işaretlerine dikkatleri çekmeliyiz.
Evet bu değerli emanete bizler isteyerek sahip çıktık ve kendimizi bu davaya adadık. Emanetin en doğru ve en güzel şekilde anlaşılması için olağanüstü bir çaba göstermemiz gerekiyor. Bütün güzel ve temiz yöntemlere rağmen eğer kişi emanetin fakına varmak istemiyorsa, hakka ve hakikate ısrarla yönelmiyorsa şu ayeti hatırlamalı ve ‘selam’ deyip geçmeliyiz. ‘O çok merhametli Allah’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) “selam” derler (geçerler). (Furkan 63).
(1)(Bu makalemizde emanetin ne olduğunu, İslami ve insani değerlerin yaşanması ve anlatılması şeklinde sosyal olarak ele alacağız. Emanet hakkında detaylı bilgiye ulaşmak isteyenler tefsir kitaplarına başvurabilirler.)
cok guzel bir yaz.yanlış söylenen bir sözün yıllarca etkisi kalabiliyor hatta belki kişinin hayatı değişiyor.bu vebalden Allah korusun hepimizi..