MIKNATIS VE DEMİR TOZU – Süleyman DAĞISTANLI
Kâinatta bulunan irili ufaklı, canlı cansız her varlığın cevherleri itibari ile bir çekim alanı bulunmaktadır. Tıpkı bir mıknatısın çekim alanının bulunması gibi canlı cansız tüm varlıkların da kendilerine has çekim alanları bulunmaktadır. Bir demir parçasının mıknatıs tarafından çekilmesi, mıknatısın çekim alanına girmesi, içerisinde bulunan zerrelerin metal cinsinden olması ve cevheri itibari ile mıknatısın yaydığı çekim alanına hitap ediyor olmasındandır. Cansız varlıklar için durum şu şekildedir; bir tahta parçasının mıknatıs tarafından çekilmesi mümkün olmadığı gibi, tahtanın cevherinde mıknatısın çekim alanına girecek zerrelere rastlamak da mümkün değildir. Cansız varlıklarda değişim söz konusu olmadığı halde canlı varlıklarda özellikle insanda durum farklıdır ve değişime açıktır. Zira yaratılışında kendisine iyiliğe ve kötülüğe meyledebilecek bir kıvam verilen insanoğlu cansız varlıkların aksine çekim alanını, cevherini ve her bir zerresini değiştirebilecek, kemale erdirecek veya aşağıların aşağısına indirebilecek bir yetenek ile donatılmıştır. Sonuç olarak; cansız bir varlık içerisinde, başka bir varlığın veya hakikatin çekim alanına girebilecek zerreler taşımıyorsa veya canlı bir varlık bu çekim alanına girebilmek için çaba harcamıyor ve bu çekim alanına hitap edecek zerreler barındırmıyorsa kendisinde, çekim alanına girmesi imkânsızdır.
Ahir zamanın şu çetrefilli dönemlerinde özellikle son aylarda ülkede yaşanan olaylara ve bu olaylar karşısında insanların verdiği tepkilere bakıldığında, aslında bu çekim alanı meselesinin anlaşılmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Zira ayan beyan ortada olan gerçekliklerin bazı insanlar tarafından ısrarla görülmemesi, görülmek istenmemesi mıknatısın çekim alanına girmeyen tahtanın misali gibidir. İçerisinde hakikate dair zerreler barındıran kişilerin er ya da geç hakikatin çekim alanına girdiklerine şahit olduğumuz şu günlerde aynı zamanda hakikate meyli olmayan, çıkar ve dünyalık için hakikate sırt çevirdiği gibi rahatsız eden gerçekler yerine mutlu eden yalanların peşinden gidenlerin ise mıknatısın çekim alanına girmeyen bir saman çöpü, tahta parçası olduğuna şahitlik etmekteyiz. Bu kişilerin hakikatin çekim alanına girmemesi ilahi cebir değildir tabii ki. Yaratılış itibari ile hakikatin hitap edeceği insanlardan olmadıkları anlamı da çıkartılmamalıdır. Yazının başında bahsettiğimiz gibi canlı varlıkların özellikle insanların durumu cansız varlıkların durumundan farklıdır ve kendilerine verilmiş olan akıl ve irade onların, durumlarını zerrelerine varıncaya değin değiştirebilmelerine imkân tanımaktadır. Ancak kendilerine akıl ve irade aracılığı ile sağlanan bu imkân aynı zamanda aşağıların aşağısına inme imkânını da sunmaktadır insanoğluna.
Bir tiyatro ile kendilerine istedikleri gibi zulmetme imkânı tanınan bu sistemde iyice gemi azıya alma imkânı sunulanlar, bu tiyatroyu bir lütuf olarak niteleyerek normal zamanda yapamadıkları birçok şeyi bu vesile ile yaptık diyenlerin, mutlu eden yalanlarına inananlar, hakikat arayışında olmadıkları için gerçeklerden rahatsız olmakta, süfyanın ninnisi ile daldıkları derin gaflet uykusundan uyandırılmak istememektedirler.
Sadece mazlum Filistin halkının değil tüm insanlığın düşmanı olanları kendisine dost seçen, onun varlığı için elinden geleni fazlasıyla yapan ve bunu gizliden değil açık olarak yaparak dillendiren, tarihin görmüş olduğu en tehlikeli münafıkları kurtarıcı olarak gören kişi ya kendisinde hakikate dair izler bulunmadığı gibi böyle bir arayış içerisinde de olmayan kişidir veya kendisini dünyalık makam, mevki, şan, şöhret, para ve çıkar için ucuz fiyata satmış olan kişidir. Ülke tarihinde hiç olmadığı kadar vatan evladının teker teker ve toplu olarak katledildiği bu dönemde buna sebep olanları istikrar ve huzurun teminatı olarak görmek, yıllarca dost olunarak her türlü imkânın verildiği kişileri düşman ilan edip bunu bahane ederek İslam’a ve Müslümanlara darbe vuranları mazlum zannetmek hakikate meyli olmayan ve içerisinde hakikate dair zerreler barındırmayanlar ile hakikati gördüğü halde dünyalık çıkarlar için sırt çevirenlerin düşeceği bir yanılgıdır.
Sonuç olarak cevherinde hakikate dair izler bulundurmayan ve hakikat arayışında olmayanların ayan beyan ortada olan gerçekleri görmemesi, anlamaması ve zalimlerce dillendirilen ninniler ile gaflet uykusundan uyanmaması bir tahta parçasının mıknatıs tarafından çekilmemesi kadar doğaldır. Aynı şekilde hakikate dair izler taşıyan, hakikat arayışında olan ve menfaat değil hakikat peşinde koşanların da, cevherlerindeki bu öz sebebi ile hakikate ulaşması, bir demir parçasının her nerede olursa olsun mıknatısın çekim alanına girmesi kadar doğaldır.