Ahmet Yasin YİĞİTOĞLU

MAZLUMA DİNİ, MÜSLÜMANA MEZHEBİ SORULMAZ…! – Ahmet Yasin YİĞİTOĞLU

mazluma-dini-muslumana-mezhebi-sorulmaz

MAZLUMA DİNİ, MÜSLÜMANA MEZHEBİ SORULMAZ…! – Ahmet Yasin YİĞİTOĞLU

“İnsanoğlu fıtraten zalimlerden ve zulümden şiddetle nefret eder: mazluma, mağdura ve mustaz’afa da kalben temayül ederek şefkat-rikkat ve merhamet gösterir.”
Rabbimiz Tin suresinde “Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” buyurmaktadır. Kuşkusuz Rabbimiz insanı en güzel bir surette yarattığı gibi onun fıtratını da tertemiz kılmış ve insani değerlerin hepsini bu yüce fıtratta toplamıştır. Fıtrat bozulmaz ise insanı daima iyiye ve güzele sevk eder. Buna karşın maalesef havanın, suyun, sebze ve meyvelerin, eşsiz tabiatın bozulmaya yüz tuttuğu günümüzün post-modern dünyasında insan ve insani değerler yani fıtrat da yavaş yavaş bozulmakta. Küresel yozlaşmayla dünya karanlık bir hal almakta. “Zulüm ve şaşkınlık karanlığı, şirk ve küfür karanlığı, adaletsizlik ve ayrımcılık karanlığı, İslami ahlaktan uzaklaşma ve ahlaki fesat bataklığına saplanma karanlığı, kardeşin kardeşi öldürmesi karanlığı, kötü algılama ve yanlış anlama karanlığı…” işte tüm bu karanlıklar ve daha fazlası maalesef dünyamızı cehenneme çevirmiş durumda. Dünyanın muhtelif bölge ve coğrafyalarında mazlumların çığlık ve feryatları işitilmekte. Hâl böyle olunca insan nasıl olurda ilişkilerinde dini, dili, ırk ve mezhebi referans alabilir? Zaten dünyayı bu hale getiren adına ırkçılık, mezhepçilik ve menfaat denilen gayri insani his ve duygular değil midir?
Rabbimiz Nisa suresi 75. ayette: ““Size ne oluyor da: Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımca lütfet.” diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz.” buyurmaktadır. Görüyoruz ki Rabbimiz bizleri zulme uğrayanlar için uğraşmaya ve gayret göstermeye davet ediyor. Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi kavimden veya dinden olursa olsun bir mazlumun yardımına koşmak ve onun sıkıntılarını gidermek, türlü dertlerine derman olmak, onu esaretten kurtarmak ve ona dünyayı zinden eden zulmün önünü almak ne güzel bir eylemdir. Öyle bir eylem ki Rabbimizin hoşnutluğu orada saklı adeta. Madem öyledir neden ölümcül olduğunu bile bile insanlar arasında ayrım yapıyoruz? Bugün dünyanın hemen her noktasında yalın ayaklı mazlumlar kan ağlıyor, açlıktan kırılıyor, yuvaları tar u mar ediliyor, namuslarına dokunuluyor, varlıkları yağma ediliyor, karın tokluğuna çalıştırılıyor, üzerlerine bombalar yağıyor… Vaziyet bu iken mazluma dinini sormak ha! Bunu ne akıl ne vicdan kabul eder. Peygamberlerin geliş amacının mazlumlara penah olmak olduğunu da hatırlatalım ve gelelim mezhep konusuna.
Mezhepler çok şümullü bir konu. Biz burada mezheplerin ne zaman ve niçin ortaya çıktıkları konusuna girecek değiliz. Zira buna ne zaman yeter ve ne de bu yazının maksadı budur. Dileyen kardeşlerimiz insaf nazarıyla ve vahdet ekseninde İslami kaynaklara yönelirlerse zaten sağlıklı bilgilere ulaşacaklardır.
Batı medeniyeti mezhep kavgasından çok çekti. Onlarca yıl süren mezhep savaşları Batı’da taş üstünde taş bırakmadı adeta. Milyonlarca insan yaşamını yitirdi, milyonlarca kadın dul ve bir o kadar da çocuk yetim kaldı. Aynı durum maalesef bugün bizim başımızda ve İslam coğrafyası bundan ötürü kan ağlıyor. Biz hadiselerden ibret almadığımız için hadiselere ibret olduk ve olmaya da devam ediyoruz. Neden ölümcül olduğunu bile bile mezhepçilik davası güdüyoruz? Niçin birbirimizin dertleriyle dertlenmek yerine ufacık mezhebi farklılıkları büyüttükçe büyütüyor ve “Tüm müminler ancak kardeştir” (Hucurat 10) fermanı ilahisine muhalefet ediyoruz. Ama efendim onlar Şii, bunlar Sünni, falan ülkedekiler Zeydi, falan yerdekiler ise Maliki diyerek yekdiğerini tekfir edenlere İslam tarihindeki mütevatir ve maruf olan şu hadiseyi kısaca aktarıyoruz. Bir gün Halid bin Velid bir savaş esnasında bir müşriki öldürmek üzereydi. Öleceğini anlayan müşrik o anda şehadet getirdi. Halid bin Velid ise bu şehadeti samimi bulmadı ve korkusundan ötürü böyle dediği kanısına vararak onu öldürdü. Durumu Allah Resulü’ne (sav) anlatınca; Allah Resulü, sahabesine yanlış yaptığını adam korkudan demiş dahi olsa şehadetinin geçerli olduğunu söyledi. Yani Allah Resul böyle bir insanın dahi şehadetini makbul sayıyor ve sahabesini ihtar ediyor. Resul-i Ekrem (sav)’in sünneti bu yönde iken bizler nasıl olur da Allah’a iman eden, Reslüne canı gönülden bağlanan, namazını kılıp zekâtını veren Müslümanları dışlar ve kanlarını helal görürüz? Bu Öz Muhammedi İslam değildir? Müslümanların birbiriyle savaşmasına izin veren İslam’ın Efendimizin getirdiği dinle hiçbir alakası yoktur. Bu İslam insanlığın ezeli düşmanlarının işine yarar ancak. Nereden biliyorsunuz Allah’ın kimi sevdiğini, kim hak kabul ettiğini ve kimi cennetine koyacağını. Niçin mezhepçilik yapıyorsunuz. Üstelik “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.” (Al-i İmran 103) ayetine rağmen.

Bizler ekseriyetini Sünnilerin oluşturduğu bir coğrafyada yaşayan Sünni Müslümanlarız. Birazdan isimlerini zikredeceğimiz isimler Ehl-i Sünnet için muteber isimlerdir. Ve bizler bu şahsiyetlerin ne sözlerinde ne de eylemlerinde mezhepçilik kokan ve yekdiğerini tekfir eden en ufak ibareye rastlamamaktayız. Acaba bu isimler gerçek âlimlerimizden değiller mi? Yoksa kendilerini Müslümanların vahdetini bölmeye adadıkları için sürekli mezhebi farklılıkları gündeme taşıyan, fitne ve fesat tohumları eken, her söz ve fiilleriyle Siyonistleri memnun edenler mi gerçek âlim? Şah-i Nakşıbend Hazretleri’nin, Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin; Mevlana ve Yunus Emre’nin; Hacı Bektaş-ı Veli ve Fuzuli’nin; Seyyid Kutup, Muhammed Kutup ve Muhammed Gazali’nin, Şeyh Ahmet Yasin ve Fethi Şikaki’nin; nur bülbülü Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin mezhep taassubu güttüklerine dair bir işaret var mı? Elbette ki hayır. Neden mi çünkü hepsi Rahman’a teslim olmuşlardı ve kendilerini insanlığın vahdetine adamışlardı. Bu nebevi çizginin ta kendisidir. Şu halde her kim olursa olsun bu nebevi çizgiye muhalefet ederse o şeytanın ve taraftarlarının türküsünü söylüyordur.
Selam olsun vahdet, insaniyet, şefkat ve merhameti kuşananlara…!
Selam olsun mazluma dinini Müslümana mezhebini sormayanlara…’!
Selam olsun arzı adalet ile dolduracak İmam Mehdi ve şanlı İnkılabına…!

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu