Ahmet Yasin YİĞİTOĞLU

İNKILAB-I MUSA-I KELİM 6 – MEDRESE-İ ŞEFKAT VE MERHAMET- Ahmet Yasin YİĞİTOĞLU

medreseisefkatvemerhamet

İNKILAB-I MUSA-I KELİM 6 – MEDRESE-İ ŞEFKAT VE MERHAMET- Ahmet Yasin YİĞİTOĞLU

Bir saray düşünün. İçinde onlarca hatta yüzlerce zalimin yer aldığı, her bir odasının ayrı bir necaset örneği olduğu, binlerce masum yavrunun ölüm emrinin bizzat verildiği, zulmü ve küfrü atalarından miras alan müstekbir Firavun’un bulunduğu ve Hakka savaş açanların kalesi hükmünde olan bir saray. Mazlum ve masum bir yavru da şu an bu saraydaydı ve ileride bu saray bizzat kendisinin öncülüğünde gerçekleşecek kıyam neticesinde darmadağın olacaktı. Mesele bir saray değildi. Saraya kul köle olanlar, sarayı putlaştıranlar hatta putlaşanlar vardı. Belki de bu yüzden hala ayaktaydı bu saray. Ayaktaydı çünkü mazlumlar uyudukları derin uykudan uyanmamışlardı henüz. Uyanmalı ve hakikatleri görmeliydiler ki nübüvvet ve velayetin fıtratına aykırı olan saray belasından kurtulabilsinler. Birinin çıkıp çektikleri maddi ve manevi tüm sıkıntıların kaynağının ve üzerlerinde oynanan türlü komploların yönetim merkezinin burası olduğunu anlatmalıydı onlara. Onlar da duyduk ve itaat ettik demeliydiler. Bundan sonra ise mallarını gasbeden, namuslarını yağmalayan zalim sultanı devirmek için harekete geçmeliydiler.

Aslında Hz. Musa bir ateş çemberinin tam da ortasında idi. İleride kendisini ağır sorumluluklar bekliyordu. Omuzlarına çok kutsi bir davanın nurani emaneti yüklenecekti. Bunun için muazzam bir tedristen geçmesi gerekiyordu. Peki, böylesi bir ortamda onu kim büyütüp terbiye edecekti? Tek geçim kaynakları haram olan haramzadelerin bulunduğu bu yerde Musa’yı kim yetiştirecekti?

Musa nebinin eğitimini yüce Rabbimiz bizzat kendisi üstlenmişti ve elbette onun için uygun zemini de hazırlamıştı. Burada karşımıza fedakârlık, cesaret ve tevekkül abidesi mübarek bir anne ve ilahi bir muallim çıkıyor. Allah’ın kendisini Musa’nın annesi olma şerefiyle şereflendirdiği bu yüce kadına bir vaadi vardı. Ne buyurmuştu Rabbimiz: “Musa’nın annesine: O’nu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize bırak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız, diye ilham ettik.” (Kasas 7) Saliha bir kadın olan Musa nebinin annesi bu ilahi ilham gereği Rabbine teslim oldu. Onun vaadinin hak olduğuna iman etti ve rabbinin buyruğunu yerine getirdi. Rabbinin vaadinin muhakkak gerçekleşeceğini bildiği halde tedbiri de elden bırakmadı. Onun suda zarar görmemesi için uygun bir beşik ve sal ayarladı. Tarih kitaplarında bu işi ivedilikle yaptığı kaydedilmektedir. Peki, niçin böyle yaptı acaba? Çünkü tevekkül ve teslimiyet bunu gerektiriyordu. O elinden geleni yapacak ve gerisini Rabbi Rahimine havale edecekti. İman buydu ve Müminler ellerinden geleni yapmadıkça ilahi yardım gelmezdi. (Burada ahir zaman Müslümanları olarak bizlere önemli bir hisse düşmektedir. Bizler bu noktada bu yüce kadını örnek almalıyız. İslam’ın muzafferiyeti haktır; hakkın batıla, tevhidin şirke, imanın küfre, hizbullahın hizbuşşeytana olan galibiyeti haktır ve asrın Firavunlarının saraylarıyla yerin dibine geçeceği Kurani bir hakikattir; Lailahe İllallah Muhammedür Resulullah fermanının dünyanın dört bir tarafında işitilmesi bir hakikattir, en gür sadanın İslam’ın sadası olacağı bir hakikattir. Bunlar rabbimizin salih kullarına olan hak vaadidir ve yüce peygamber bu hususta bizleri müjdelemiştir. Şu halde zafer mutlaktır. Ama zafer kesin diye yerimizde öylece oturursak ilahi yardım gelmez. Biz yerimizde oturup kavli dua ile yetinip fiili duayı terk edersek büyük zaferler elde edecek olan o bahtiyar zümrede yer alamayız. Dâhil olamayız o kutlu insanların nurani hareketine. Şu halde Hz. Peygamberin kardeşlerim diye bahsettiği Müslümanlardan olmak istiyorsak saraylara değil sade binalara, sultanlara değil enbiyaya sevdalı olmalıyız. Sarayları inşa eden Firavunlara değil, o sarayları Firavunların başına yıkan Musalara hayran olmalıyız. Musalar doğuran analara teşekkür etmeliyiz ve asrın Musalarının izinde yürümeliyiz. Arayıp bulmalıyız Musaları ve biat elimizi uzatmalıyız onlara. Yılmadan usanmadan mücadele etmeli ve meydanları çakallara bırakmamalıyız. Yolumuza emin adımlarla devam etmeliyiz. Mussolini gibi çağdaş bir Firavun karşımıza dikilip maddi gücünden dem vurup “Demire sahip olan dünyanın hâkimi olur.” dediği vakit İkbal misali “Demire sahip olan değil bizzat demir olan dünyanın hâkimi olur.” demeliyiz. Ve ayette belirtilen nur demire sahip olup, gücümüze güç katıp İmam Humeyni ve sadık talebeleri gibi asrın Firavunlarının yüreklerine korkular salmalıyız).

Musa peygamberin annesi tevekkül etti, sebat gösterdi ve azmetti. Neticesinde ise Allah’ın yardımı ile çok kısa bir sürede evladına kavuştu. Onun çocuğuna bu kadar kısa sürede kavuşması zor görünüyordu. Ama yüce Allah isterse uzaklar yakın, imkansız mümkün olurdu. Nitekim öyle de oldu ve Musa’yı takip eden ablası çok geçmeden annesinin yanına bir müjdeyle geldi. Saray ahalisi kardeşini bulmuş ve Firavun’un karısı olan yüce bir kadının onu sahiplenmesi neticesinde de kardeşini saraya almışlardı. Şu an kendisine uygun bir sütanne arıyorlardı. (Bakınız Taha suresi 38-39-40. ayetler) Peki, neden? Saraydaki onca kadın arasında ona süt verecek kimse yok muydu? Bu sorunun cevabını şu ayeti kerimede buluyoruz: “Biz daha evvel sütanaların sütünü emmeyi ona haram kılmıştık.” (Kasas 12) Evvela Hz. Musa’nın helal bir süt emmesi gerekiyordu. Harama, zinaya ve faize bulaşmamış İffetli bir anneden süt emmeliydi. O sarayda bu özellikle bir kadın vardı ancak Allah’ın Musa peygamberin annesine bir vaadi vardı ve bu vaad gereği onu emzirme görevi kendisine verilecekti. Derhal saraya gitti ve evladına kavuştu. İslam düşmanı Firavun, Haman ve yandaşları ise sadece seyrettiler.

Musa’nın (as) annesine kavuşması fevkalade bir olaydı. Bu sayede annesinin gözü aydın olacak ve hüzne kapılmayacaktı. (Taha 40) Allah’ın vaadinin hak olduğunu bilecek (Kasas 13) ve bir diğer ilahi müjde olan oğlunun nübüvvet ile şereflendirileceği günü özlemle bekleyecekti. Musa peygamber o güne ulaşıncaya kadar pek çok tedristen geçecekti ve ilk eğitim yeri, ilk medresesi ise kalbi iman nuruyla dolu olan şefkatli bir annenin kolları idi. Allah onu eğitme görevini bu nurani kadına vermişti ve o da bu mübarek çocuğu atası Yusuf, Yakup, İshak ve İbrahim peygamberlerin şeriatına göre yetiştirecekti. Oğluna tevhid ve iman dersi verecekti. Kendisinden daha yüce bir makama sahip olan bir başka kadın da bu hususta kendisine yardımcı olacaktı.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu