HEM SUÇLU HEM GÜÇLÜ… – Süleyman DAĞISTANLI
HEM SUÇLU HEM GÜÇLÜ… – Süleyman DAĞISTANLI
Yıllar önce, bir arkadaşımın kardeşi, arkadaşları ile oynarken düşmüş ve burnu hafif eğrilmişti. İlk bakışta göze çarpan bu eğriliği doktorlar ancak, 18 yaşına geldiğinde ameliyatla düzeltebileceğini söylemişler. O sıralar 6-7 yaşlarında olan bu küçük çocuk, olaydan sonra beni ilk gördüğünde abisine dönerek; Aaa abi, şuna baksana bu abinin burnu yamuk(!). Sonra bana dönmüş ve senin burnun yamuk ameliyat olacak mısın? Demişti. O gün çok gülmüş ve evet benim burnum biraz yamuk, ameliyat olacağım ve sonra benim burnum da senin ki gibi düzgün olacak demiştim. 🙂
Çoğumuz duymuşuzdur psikolojide ki savunma mekanizmalarını ama eminim hepimiz bu savunma mekanizmalarını bilmesek bile gerçek hayatta rastlamışızdır ve kendimizde bir şekilde kullanmışızdır. Sayısı 14-15’lere kadar çıkan bu savunma mekanizmalarından en aşina olduğumuz “Yansıtma Mekanizması”dır. Yansıtmanın Mekanizmasının tipik özelliği, bu kişi veya kişilerin, asıl kendisine söylemesi gerekenleri karşısındakine söylemesidir. Yani kişinin kendisine ait kusur ve davranışlarını karşısındakine mal edip, kendisini karşısındakine yansıtmasıdır kısaca. Bu savunma mekanizmasının en önemli özellikleri; kendi suçunu başkasına atmak, yaptığını inkâr etmek, kusurlarını reddetmek, kendisini mükemmel sanıp başkalarını küçümsemektir. Yani kısaca kişi veya kişilerin karşısındaki insanları küçük düşürmesi, zor durumda bırakması, suçlaması, yargılaması, kınaması, eleştirmesi, üstünlük taslaması, ezmeye, sindirmeye ve caydırmaya çalışması, yönetmeye ve yönlendirmeye çalışmasıdır. Yani halk içinde “hem suçlu hem güçlü” dediğimiz insan tiplerinin kullandığı mekanizmalardan biridir.
Bir tamirci ustasının yanında çalıştırdığı çırağına dahi 4-5 yıl içerisinde koca bir araba motorunu tek başına dağıtıp toplamayı öğretebildiği bir dünyada, sırf gençleri eritebilmek, kendilerine karşı durabilecek maddi manevi donanıma, bilgi donanımına sahip olmaması için en az 17 yıl boyunca haftanın beş günü sabahtan akşama kadar “nasıl öğretmeyebilirim” derdinde olan bir eğitim sistemi getiren süfyanilerin hüküm sürdüğü ülkemizde, tam da bir “Yansıtma Mekanizmasıyla” karşı karşıyayız bir ömür.
Habis ağacın dallarının ve köklerinin de habis olacağını, küçücük bir kömür parçasının bile koptuğu koca kömür kütlesinin tüm özelliklerini yansıttığını bilen bizler, habis bir rejimin yaptığı tüm işlerin ve uygulamaların da habis olan rejimin tüm özelliklerini yansıttığını unutmamalıyız. Kurdukları süfyani sistemlerde tüm icraatları küfür ve azgınlık kokan bu rejimin mutlak şer olduğunu ve kendisinden hiçbir zaman hayrın sadır olmayacağını bir an olsun zihinlerimizden çıkarmamalıyız.
Hayatın her alanında yaptığı işler ve uygulamalar ile toplumu Allah’a değil, kendilerine kul köle yapan, bununla birlikte yaptığı tüm pislik ve alçaklıkları da ustaca bir kıvraklıkla alay edercesine halka yansıtan bu süfyanilerin, örneklerini saymakla bitiremeyeceğimiz bu savunma mekanizması ile ilgili olarak, güncel bir mesele olan KPSS ile ilgili olan kısmını anlatmaya çalışacağız bu yazımızda.
Kurdukları eğitim(!) sistemi içerisinde gençlerimizin 15-20 yıl boyunca sadece bedenlerinin değil, ruhlarının da ezildiği ülkemizde süfyaniler, tüm bu süreçlerin sonunda karın tokluğuna çalışabileceği bir işi de vermek için, yıllarca emek vermiş, çaba göstermiş, ter dökmüş, sayısız imtihanlardan geçmiş gençlere “çırak” muamelesi yapmakta ve KPSS gibi bir sınavı onlara dayatmaktadır.
İnsanın en ağrına giden şey ise yaklaşık 4,5 milyon üniversite ve lise mezununun girdiği bu sınava hazırlanan gençlerin, sınava giriş esnasından tutun da sonuçların açıklanması sürecine kadar tüm merhalelerinde rejimin kendilerine gösterdiği ukala, alaycı ve ezici tavırlarıdır.
Yıllarca kendi alanı ile ilgili olarak kendini geliştiren/geliştirmeye çalışan bir gencin, kendi alanı ile ilgili olmayan soruları yapamadığı ve bu yüzden de atanamadığı KPSS gibi bir sınavı onlara dayatmak bir kere en baştan balığın kokmasına sebep oluyor. Çoğu devlet kurumunda kadrolu personelden çok taşeron firmalar aracılığı ile bir memurun yarı fiyatına, sözleşmeli personelin çalıştığı ülkemizde, milyonlarca genç yıllarca eğitim gördüğü halde atanamamakta ve bu, başta kendi olmak üzere ailesi ve çevresi ile çatışmalar yaşamasına sebep olmaktadır.
“Kendi adamlarını” direk atayan, “kendi adamlarının adamlarını” da her türlü kopya ve iltimas ile atayanlar, direk sınav merkezinden işi bağlarken, sanki bunca adaletsizliği ve sahtekârlığı yapan halkımızmış gibi faturayı halkımıza kesmektedirler. Kopya ve iltimasın en kralını yapan süfyaniler ve onların kurumları utanmadan, sınava giren milyonlarca gence kopyacı ve sahtekâr muamelesi yapmakta ve gençleri sınava girerken polis tarafından aratmakta, bu onur kırıcı davranış ile gençlerimiz zaten maça 1-0 yenik başlamaktadırlar. Sınava girenlerin cüzdanını bile yanına alamayacağını söyleyenler, insanların yanında getirdikleri küçük su şişelerinin dahi ambalajını sökenler, yaptıkları bunca zulmün yanlarına kar kalacağını mı zannediyorlar acaba.
Sınava giren gençlerin, anahtar, cüzdan, yüzük, toka ve saatini dahi alanlar bir anlamda onlara “sizin her şeyinize göz diktik ve eğer bizden iş istiyorsanız her şeyinizi feda edebilmeniz gerekir” demek istemektedirler.
Bir Türkçe, İngilizce öğretmeninin matematik yapamadığı için, bir matematikçinin Türkçe yapamadığı için atanamamasının mantığını bir türlü açıklayamayanlar her yıl yapılan bu sınav üzerinde türlü değişiklikler yapmakta, sınav sonunda dahi sınav sorularını ve cevaplarını açıklamayarak da gençlerin, bir sonraki sene nasıl çalışması ve neye çalışması gerektiğini bilemeyecek hale getirmektedirler. Her sene farklı bir formatta hazırlanan sorular gençleri psikolojik olarak çökertmekte ve onlara, “bir sonraki sene çalışsak da bir anlamı yok” dedirterek büyük bir umutsuzluğa kapılmalarına sebep olmaktadırlar. Zira bu yıl sınava giren gençlerin ağzından şu cümleyi duymak çok acı olsa gerek ; “Çalışanlara yazık oldu…”
Bir oyun oynanırken dahi bir kural belirlenir ve oyun içerisinde bu kural kesinlikle değiştirilmez. Eğer değiştirilecek ise oyun biter ve bundan sonra oynanacak oyunlar için geçerli olur o kural. Oysa milyonlarca gencin girdiği bir sınavın şartları ve yönetmelikleri alay edercesine gençlerin sınava girdiği gün değiştirilmekte(1) ve onlara “ne yaparsanız yapın biz istediğimizi istediğimiz şekilde alırız/almayız bunu biz belirleriz sizin çalışmanızın ve emeğinizin bir önemi yok.” Demektedirler.
Milyonlarca gencin, sınava kalem bile getirmesine izin vermeyenler, onlara verdikleri kurşun kalemlerin rengini dahi siyah yapmaları, milyonlarca gencin emeğini çalıp bir de verdikleri kalemin üzerine “Emeğiniz Emanetimizdir.” Diye yazmaları ne acıdır.
Tüm bu adaletsizlik, iltimas ve sahtekarlıkların kaynağı olan rejim, son KPSS sınavı ile, sordukları saçma sapan sorularla, öğrencilerin kendi alanları olan derslerde dahi yapamadıkları alakasız sorularla, soruları ve cevapların açıklamayıp dilediğine dilediği puanı vermesi ve hiç kimsenin itiraz hakkı bulunmaması ile, gençler için önemli olan bu sınavı getirip tam ramazan ayı içerisinde yapması ile bir kez daha habis bir ağaç olduğunu ve kendisine ait bütün dalların da habislik koktuğunu ispat etmiş oldu.
Toplumun tamamına yakınını ilgilendiren bu sınavda yapılan zulmü ve rejimin yaptığı yüzlerce zulmü ve adaletsizliği, çevremizde ki herkese anlatmalı ve her ortamda dile getirmeliyiz. Zira; Bir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma yönelmiş bir tehdittir.
Süfyaniler yaptıkları bunca zulmün yanlarına kar kalacağını zannededursunlar. Tarih bizlere küfr ile abad olunabileceğini ancak zulm ile abad olunamayacağını defalarca göstermiştir.
“Mazlumun zalimden intikam alacağı gün, şüphesiz zalimin zulmettiği günden daha çetin olacaktır. . . ” İmam Ali.
“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” İbrahim 42
(1) http://www.memurhaber.com/kpss-yonetmeligi-sil-bastan-degisti-h33631.html
yazara baştan sona katılıyorum. bu sene sınava girdim ve çıktığımda neydi bu şimdi? demekten kendimi alamadım. Türkçedeki telefon kulübesindeki halay sorusu mu dersiniz, tarih sorularının bir tarihçi öğretmen arkadaşın deyimiyle.” soru vardı,tarih yoktu.” demesi mi dersiniz, daha bir sürü zırva. ayrıca sınava girişten itibaren başlayan hapishane mahkumu muamelesi cabası. işin en garibi de ne biliyor musunuz? herkes kendini öylesine kaptırmış ki bu saçmalığa. gülüp duruyordum kendi kendime.başka ne gelir ki elden mağduriyetimizin dalgasını geçmekten başka?