HARABEZAR BİR ÜLKE 2 – Süleyman DAĞISTANLI
HARABEZAR BİR ÜLKE-2 – Süleyman DAĞISTANLI
“Bu zamanın halkı kurt, sultanları canavar, orta hallileri yem, fakirleri ise ölülerdirler. Doğruluk batıp gider, yalan çoğalıp yayılır, dilleriyle sever, kalpleriyle düşmanlık ederler. Fısk, bir asalet; ‘iffetli ve namuslu olmak’ ise acayip işlerden sayılır ve İslam, ters giyilen bir elbise gibi giyilir.” İmam Ali (a.s.)
İmam Ali (a.s.)’nin Ahir zaman ile ilgili söylediği bu sözün tüm yönleriyle günümüze ışık tuttuğuna şahit olmakla birlikte özellikle “orta halli insanların yem” “fakirlerin ise ölüler” ifadesinin üzerinde durmaya çalışacağız bu yazımızda. Evine ekmek götürebilmek için kendisine sunulan tüm şartlar altında çalışmayı kabul etmek zorunda kalan ve bu uğurda canlarından olan on binlerce insanın “yaşarken dahi ölüler” hükmünde olduklarını, öldükleri zaman dahi gündeme gelmemeleri, gelse dahi 3 gün sonra unutulmalarından anlayabiliriz. Bu yazıyı yazmamıza neden olan olay ise inşaat işçilerinin ölmesi değil, inşaat işçilerinin toplu olarak(!) ölmesidir. Evet, ne yazık bizler dahi işçiler öldüğünde değil işçiler topluca öldüğünde gündeme getiriyoruz işçi ölümlerini. Zira her gün ortalama 3 işçinin öldüğü, 4 işçinin sakatlandığı bir ülkede, işçi ölümü sıradan(!) ve rutin(!) bir olay olarak algılanmaya başlar. Bundan 4 ay önce Soma kömür madeninde hayatını kaybeden, katillerin sayısını 300 diye duyurduğu ancak sayısı binleri bulan maden işçileri ile ilgili yazmış olduğumuz “Harabezar Bir Ülke” adlı yazımızın[1] üzerinden 4 ay geçti, bu dört ay içerisinde yaklaşık 400 işçi daha hayatını kaybetti ve bunlar gündeme dahi gelmedi, sonuç olarak son 12 yılda 300 bin olan taşeron işçi sayısı şu anda 2,5 milyona ulaşmış durumda ve ülke “harabezar bir ülke olmaya” devam ediyor… Toplu olarak ölmedikleri zaman gazetelerin 3. Sayfalarında yer alan bu mazlum ve mustazaf insanların acılarını, dertlerini, sıkıntı ve problemlerini dindirecek tek adımın, devlet tarafından atılmadığına bir kez daha şahit olmakta ve bu sistemin halklara verdiği değeri(!) bir kez daha görmekteyiz. Toplu ölümler sırasında gündeme gelen “işveren, ana firma, taşeron, alt taşeron, ekip başı, iş kazası, iş sağlığı ve iş güvenliği” gibi kavramların ne olduğuna bir bakalım isterseniz. Evet, bu kavramların ne anlama geldiğini, sözlük ya da kitaplardan değil gerçek hayattan öğrenmek gerekir. Yoksa kâğıt üzerinde gayet süslü bir şekilde açıklanıyor ve kitabına uyduruluyor tabiri caiz ise. Öncelikle “iş kazası” denilen kavram süfyanilerin kanunlarında dahi “meydana gelmesi sonucu sigortalının hemen veya daha sonra bedenen ya da ruhen özre uğratan olay” olarak geçmektedir. Oysa ülkemizde evlerine helal ve tertemiz ekmek götürebilmek için olmadık şartlar altında çalışan mazlum ve mustazaf insanların bu tanımda geçen birçok kavramdan uzak bir iş(!) dünyasında yaşadıklarına şahit olmaktayız. Zira bu mazlum insanlar çoğu zaman ne sigortalı olarak çalışabilmekte ne de meydana gelen olay sonucu özürlü hale gelmektedir. O halde Sigortasız çalıştırılıp istenildiğinde kapı önüne konan, her türlü şartta çalışmak zorunda kalan ve en sonunda da ölüme mahkûm edilen bu insanların başına gelen bu olaylar “iş kazası” değil, “iş cinayeti”dir.
Peki, işveren, taşeron, alt taşeron gibi kavramlar ne demek;
“Bir firma normalde ihale bedeli 100 lira olabilecek bir işi ilişkilerini kullanarak 130 liraya alır. Sonra işleri dağıtmaya başlar. Bu firmaya işveren firma denir. (110 lira kredi alınır devlet bankalarından) İşveren bu işi 60 liraya x firmasına verir, bu firmaya ana firma denir.
Ana firma bu işi parçalara ayırır ve ortalama 40 liraya y,z,t,k,l,m firmalarına verir, bu firmalara taşeron firma denir. Taşeron firma bu işi 20 liraya a firmasına verir, bu firmaya alt taşeron denir. Alt taşeron bu işi 10 liraya bir adama verir, adamın şirketi falan yoktur, ekipler kurar, bu adama ekip başı, ya da formen denir. Ekip başı adından da anlaşılacağı üzere ekipler kurar, ekipteki adamlara ortalama 5 liradan iş verir, ekip başı çalışanın sigortasını yatırırsa asgari ücret üzerinden yatırır, geri kalanını elden verir. İşçilerin sigortası alt taşeron üzerinden yapılır. Piramidin üzerindeki diğer firmaların adamları sahaya bile gelmez, belki o da ana firma iyiyse birer göstermelik şantiye şefi bırakırlar başa. Evet, bir şirkette şantiye şefi ve proje müdürü olarak çalışan birinin bu ifadeleri var olan durumu az çok özetliyor gibi.
2012 yılında İstanbul’da bir AVM inşaatında çalışan işçilerin kaldıkları çadırda yangın çıkması sonucu yanarak ölen 11 işçinin 2 yıldır süren davası 5 ay önce sonuçlandı ve işçiler ikinci dereceden suçlu sayıldı yataklarını çadır girişine istifleyerek kaçışı engelledikleri gerekçesiyle. Evet, “Harabezar Bir Ülke”de, “Mustazaf ümmetin yetim evletları” ifadesi ne kadar da güzel anlatıyor bu ülkenin mazlumlarının ne halde olduklarını. Karın tokluğuna çalışan o insanların yatacakları bir ev vermek şöyle dursun bir konteyneri dahi fazla gören ve bu yüzden bez çadırlarda yatmak zorunda bırakanlar, inşaatında çalışan bu mazlumlara çadırı ve yanarak ölmeyi reva görenler, aynı AVM’nin önüne halkın cebindekinden daha fazlasına göz diktikleri için 14 tane bankamatik koyabiliyor da o işçilere konteynerden bir evi bile çok görüyor.
Peki sürekli duyduğumuz İş sağlığı ve iş güvenliği, uzmanları, eğitimler vs. nedir ve ne kadar işlevseldir? Yıllarca emek verip okul okuyan, yıllarını okul sıralarında geçiren, binlerce sınava girip lise, üniversite okuyan ama karın tokluğuna da olsa bir iş verilmeyen yüz binlerce insan zamanla o hale getirilmektedir ki artık “ne iş olsa yaparım” moduna girmektedir haklı olarak. Devlet, birkaç kurs ve eğitim ile alakasız bölümlere iş güvenliği uzmanı sertifikası verip bu insanları kendi yandaş şirketlerinin açıklarını örtbas etmek, bir facia sırasında da suçun tamamının şirketin üzerinden atılıp bu insanlara yüklenmesi için şirketlere zorunlu(!) hale getirilmiş bir işten sıyırma sistemidir. Ülkede kurulan yüzlerce iş sağlığı ve güvenliği şirketi, büyük şirketlerin açıklarını örtbas edebilmek ve onların yaşanan bir olay sonrasında ak ve pak hale getirebilmek için gece gündüz çalışmakta(!) ve süfyaniler ve onların uşaklarının bu halkı köle gibi kullanarak servetlerine servet katabilmeleri için ellerinden geleni yapmaktadır. Yani iş güvenliği ve iş sağlığı demek bir sermaye grubunun başka bir sermaye grubunu denetlemesi(!) demektir kısaca. Basın ve yayın aracılığı ile de o şirketleri en son denetleyen(!), kontrol eden(!) kişiler üzerine belki bir ihtimal denetleyen şirket üzerine yoğunlaşılmakta ve asıl suçlular unutturulmak istenmektedir.
Yüz binlerce köleye 130 yıl boyunca 900 km uzaklıkta yaklaşık 2 ton ağırlığında ki milyonlarca taşı getirerek kendilerine piramit yaptıran ve kendi zevkleri için her gün yüzlerce insanın o taşlar altında kalarak can verdiği Firavunlar ile soydaş olduklarını ve onların günümüzde ki temsilcileri olduklarını her fırsatta ispat etmektedir günümüz süfyanileri. Kendileri ve uşakları ile Firavunları geçen şatafatları için, hüküm sürdükleri coğrafyalarda her yıl binlerce insanın ölümüne sebep olan süfyaniler, kendileri bu işi yaparken bir de bu cinayetleri kader, takdir diyerek din(!) adına açıklamaya çalışarak kendilerini temize çıkarmaları bizlere bir kez daha Firavunların ölmediğini ve daha da güçlenerek ve daha da kinlenerek günümüz mazlumlarına diş bilediklerine şahit olmaktayız. Zira Firavun da yaptığı onca zulme rağmen halkı bu zulümden kurtarmak için gönderilen ve yaptığı zulümleri yüzüne haykıran Musa (a.s.) için halka şöyle demekteydi ve kendi zulümlerini din(!) ile örtmeye çalışmaktaydı: “Gerçekten ben Musa’nın sizin dininizi değiştirmesinden ve yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum” (Mü’min 26)
Evet, sonuç olarak zulmün halkın her kesimine uygulandığı ülkemizde insanları karın tokluğuna köle gibi çalıştıran, onları ölüme gönderen, bu ölümleri din(!) ile açıklayan, kendileri dışında ölen işçiler dâhil olmak üzere suçu herkese yükleyen, bu zulümlerin unutulması için tüm basın ve yayın organlarını seferber eden, halkı türlü yöntemlerle katleden, iş kazası adı ile iş cinayetleri işleyen bu süfyani sistemin yok olması sadece ahiretimiz için değil dünyamızın da abad olabilmesi hayatidir.
İlahi! Bizleri yapılan zulümleri eliyle ve diliyle yok etmeye çalışan, elinden bir şey gelmediği ortamlarda dahi kalbi ile buğz ederek zalimlerden beri olabilen ve senin dininin adalet güneşi ile tüm dünyayı aydınlatacağı günler için çaba harcayan ve son nefesine kadar bu uğurda mücadele edenlerden eyle. Amin.
[1] https://www.halkhaber.org/2014/05/14/harabezar-bir-ulke-suleyman-dagistanli/
One Comment