Halk Haber'den...

Felsefeye İslami Bir Bakış 2 ; Eleştiriler üzerine…

iş

Öncelikle ‘Felsefeye İslami Bir Bakış; Sürmesini Bilmiyorsan Kurcalamayacaksın’ başlıklı yazıya göstermiş olduğunuz ilgi için bütün okuyuculara en samimi duygularla teşekkür ediyorum. Yapmış olduğunuz eleştiriler, sorduğunuz sorular ve verilecek cevaplar gerçekten bir kitap oluşturacak nitelikte… Bu şekilde kapsamlı soru ve eleştirilere ise kısa bir şekilde cevap vermeye çalıştığımda kendimi tam ifade edemediğimi ve bu da konunun daha da çetrefilleşmesine sebep olduğunu sanıyorum. Bu yüzden yapılan eleştiriler bağlamında bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.

Eleştiriler çerçevesinde ilk olarak Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin felsefe hakkındaki görüşlerine değinmek istiyorum. Üstadın felsefe anlayışını bir bütün olarak ele almak gerekir. Yorumların bazıları; ‘içkili iken namaza yaklaşmayın’ ayetinin sadece namaza yaklaşmayın kısmının dikkate alınması gibi Üstadın felsefe anlayışı içerisinde bu tarz noktalara vurgu yapılmıştır. Böyle bir yaklaşımın doğru olmadığını düşünüyorum.
Öncelikle Üstad, Kur’an’da olduğu gibi aklı kullanmanın önemine sık sık temas etmekte, Müslümanlardan bunu özellikle istemektedir. “Öyle bir şeriat ki: Akıl ve nakil, destbedest (elele) ittifak vererek ol şeriatın hakaikının hakkaniyetini tasdik etmişlerdir.” “Akıl ve nakil teâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil te’vil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir” demesi; “taassub yerinde hak ve safsata yerinde burhan, tab’a bedel akıl” üzerinde durması; “Tasvir-i müddea ile aldanmayız. Bürhan isteriz” diye vurgulaması, “Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir, sonra gelir taakkul” diyerek; tasdik ederek imana ve itikada ulaşmayı “taakkul,” yani aklını kullanma, akletme, düşünme şartına bağlamakta; düşünüp tahkik ederek tasdike ulaşmayı şart görmekle vahyin yanında akla verdiği önemi de gözler önüne sermektedir ve bu cümleler akla verdiği önemin sadece çok cüzi bir kısmını oluşturmaktadır.(Lemeât)Üstadın felsefeye bakışını değerlendirirken, akla verdiği bu önemin unutulmaması gerekir.

Üstad felsefeyi ikiye ayırıyor ve ikincisini ağır bir şekilde eleştiriyor. Onu dalâlete sevk eden, mensubunu firavunlaştıran, şehvetin ve menfaatın peşinden koşturan, ahmak, gözü kör, ve “kör olası” bir faaliyet sahası olarak vasıflandırmaktadır. Ancak bunu yaparken “iki felsefe” ayrımını her defasında ifade etmediği için, bu eleştirileri sanki felsefenin ve filozofların tamamına imiş gibi de anlaşılabilmektedir. Birinci felsefe hakkında ise “Risale-i Nur’un şiddetle tokat vurduğu ve hücum ettiği felsefe ise, mutlak değildir; belki muzır kısmınadır. Çünkü, felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemâlât-ı insaniyeye ve san’atın terakkiyatına hizmet eden kısmı ise, Kur’ân ile barışıktır. Belki Kur’ân’ın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor.” diyerek bu felsefenin Kur’ân ile beraber yürüdüğünü belirtmektedir. Ayrıca ‘Âlem-i insaniyette, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr, her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış, iki şecere-i azîme hükmünde. Biri, silsile-i nübüvvet ve diyanet; diğeri, silsile-i felsefe ve hikmet, gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizaç ve ittihad etmiş ise, yani silsile-i felsefe, silsile-i diyanete dehalet edip itaat ederek hizmet etmişse âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saa¬det, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir.’ diyerek bahsettiği birinci kısım , yani İslam’la ittihad etmiş felsefenin saadet getireceğini vurgulamıştır. Benim ‘Üstad’ın Mesnevi-i Nuriye de bahsettiği felsefe ve akıl yazıda da geçtiği gibi antik yunan tarzı yani gerçek manada ne akılla ne de İslam’la alakası olan felsefe ve akıldır.’ cümlesi üzerine yapılan yorumda Mesnev-i Nuriye’de geçen felsefe ile 30. Söz’de geçen felsefe aynı olduğu ve 30. Sözdeki felsefenin diyanete sığınan ve itaat eden felsefe olduğu belirtilmiş. Burada aslında diyanete sığınan felsefenin derken, bunun karşısında olan diyanete sığınmayan felsefe olduğu anlamı çıkmakta ve zaten kendisi felsefeyi ikiye ayırarak benim anlatmak istediğimi farklı şekilde söylemektedir sanki… Çünkü diyanete sığınan ve itaat eden felsefe birinci kısım felsefeyi, yani İslam’la ve akılla ilgili olan felsefeyi, itaat etmeyen felsefe ise ikinci kısım felsefeyi oluşturmaktadır.

Bir yorumcu ‘felsefeye ön yargılı yaklaşımın bir sebebi de Gazali değil midir?’diyor. Ben bunu zaten inkar etmedim ve önceki yazıda da felsefeyi eleştirenlerin diğer ve en büyük dayanağı da İmam Gazali olduğunu söylemiştim. Gazali’inin felsefe ve bazı felsefeciler hakkındaki görüşlerinin dönemin şartları göz önüne alınarak değerlendirilmesi gerektiğini önceki yazıda vurgulamıştım. Ayrıca Gazali felsefeyi tam olarak silmediği ve ‘avam kesimin felsefeyi anlayamayacağından, onları bu konuya yaklaştırmamak gerektiği ve felsefe konusu itibarıyla ancak ilim ehlinin işidir.’ görüşü unutulmamalıdır. Üstad’ın da bazı felsefecilere saldırmasının nedeni de dönemin koşulları , yani o dönemin bu felsefecilere karşı olan tutumu olabilir. Nitekim Üstad Muaviye’nin nasıl karakterde bir insan olduğunu ve nasıl faaliyetlerde bulunduğunu çok iyi bildiği halde ona ‘Hazreti’ diye hitap etmektedir.(Mektubat, sf.58)

Zaten o yazıda asıl vurgulanmak istenen ise Hüccetül İslam olan ve aynı zamanda bir felsefeci olan İmam Gazali ‘dir. Gazali’nin felsefeci olarak nitelendirilmesi ise Onun felsefe ve filozofları eleştirirken kendi de bir felsefe ekolü oluşturmuş olmasındadır. Yazdığı ‘Mekasid el Felasife’ adlı eseri ile ise felsefeye hakimiyetini göstermiştir. Onun felsefeciliğinin kanıtlarından biri ise arkadaşı Ebu Bekir el-Cassâs’ın “Üstadımız Gazalî felsefeye daldı ve bir daha oradan çıkmadı” demesidir.
Başka bir eleştirilen nokta ise Sokrates hakkında… Sorulan soruyu doğrudan alıyorum: “yazınızdan aldığım bu bölümde sokratesin emri maruf ve nehyi münkeri yerine getiren biri olarak söylemişsiniz. soru şu allahu teala biz elçi göndermedik hiç bir kavim bırakmadık diyor. acaba sokrates böyle bir elçimidir?yoksa ilahi bir elçinin izinden giden kutlu bir takipçimidir? diğer sorum şu yukarıdaki sorulara verdiğiniz cevap olumlu ise elçiler yada takipçileri insanları uyarmaya ve uyandırmaya çalışırken ‘alay’ metodu kullandıkları bir yöntem midir ?” Cevap olarak da: “Sokrates içinden gelen ilahi bir sesten bahseder ve ona çoğu zaman yön verdiğini söyler. Nitekim en son idam edileceği zamanda, idamı istemesinin sebeplerinden biri olarak o sesin bu yaptığını engellememesidir. Bu açıdan bakıldığında Sokrates bir elçi veya elçinin takipçisi olabilir. Kan dönmekte Peygamber ve takipçilerinin metotları arasında yoktur ama kafir ve müşrik düzenlerin çıkarmış olduğu sıkıntılardan dolayı savaşlar yapılmış ve bir çok insanın kanı dökülmüştür. Yine bir insana kasten zarar vermek de Peygamber ve takipçilerinin metodunda yoktur. Ama Peygamberimizin varisi olan Hz. Ali kardeşinin hazineden para istemesi sonucu eline kızgın demir uzatıyor ve elini yakıyor, amaç ise istediğinin cehennem ateşi olduğunu belirtmek. Bu şekilde ve buna benzer bir çok örnek verilebilir…. Yazıda da geçtiği üzere Sokrates zaten alay metodunu herkese uygulamıyor. Laf anlamayan, kibirli, karşıdakini küçümseyen kişilere karşı kullanıyor, bunu yine onların iyiliği için, onları uyandırmak için yapıyor. Sonuç olarak Sokrates aslında bütün peygamber ve takipçilerinin yaptığı gibi nabza göre şerbet veriyor.” demiştik. Buradan sonra ise ‘peygamber ve takipçileri gerektiğinde gerekli tepkileri veriyor ama alay bu tepkilerin içinde mi?’ ve ‘“nabza göre şerbet vermek” deyimini biraz açarsanız sevinirim. Acaba bu deyim olumsuz anlamda da kullanılmaya müsait bir deyim olabilir mi?’ gibi iki soru sorulmuş. Aslında ilk olarak Sokrates’in alay metodunu ele almak gerekir. Onun metodu kendini beğenmiş, her şeyi bildiğini sanan kişileri sorularla köşeye sıkıştırıyor, çıkmaza sokuyor ve bunun sonunda hala bilmediğini kabullenmiyorsa karşısındakinin yanlışlarını bir bir açıklıyor. Alay ortamının oluşması ise karşıdakinin bariz çelişkilerini açıklama sırasında oluşuyor. Buradan hareketle ‘Mal toplayıp onu tekrar tekrar sayan, insanları arkadan çekiştirip, kaş göz hareketleriyle alay edenlerin (hümeze ve lümezenin) vay haline!’ ayetindeki gibi alay etme ile bu Sokrates’in metodunun bir alakası yoktur. Çünkü Sokrates kesinlikle Kur’an’î çizgiye aykırı hareket etmemiştir. Etmiş olsaydı Üstad “Yüzde biri kurtulur: Eflatun, Sokrat gibi”şeklindeki bir cümleyi kullanmazdı zaten. (Sözler, Lemeât, s. 690.)
Gelelim nabza göre şerbet meselesine… Bu sözde olumsuz manada kullanılacak bir yer göremiyorum. Anlatmak istediğim peygamber ve takipçilerinin karşıdakinin tutumlarına göre davranmalarıdır. Bu şekilde duruma göre hareket etmeyle alakalı birkaç örnek vermiştik. Ama siz bu cümleden gerçekten olumsuz manalar çıkarabiliyorsanız örnekle açılarsanız iyi olur.

Son olarak Sokrates’in sürgün yerine ölümü tercih etmesi noktasındaki yoruma da bazı eklemeler yaparak bitirmek istiyorum. Yapılan yorum: ‘Yanlış anlaşılmasın Sokrates sürgünü red edip ölümü kabul etmiş olması sürgün edilince başka bir yerde davasını sürdürenlerin yanlış yaptığı anlamına gelmez…çünkü Bediüzzaman ve İmam Humeyni sürgün edilmiş ve gittikleri yerlerde davayı sürdürmüşlerdir…’ Cevap: ‘Haklısınız, sürgüne gitmek beraberinde suçlamaları kabul etmeyi getirmeyeceği gibi gittiği yerde hakkı savunmayı da engellemez ama Sokrates’ in düşüncesinde durum öyle değildi ve o bu yüzden kendisi için en doğru yolu seçti.’ Baktığımız zaman bütün halk önderleri bulunduğu ortamın şartlarına göre hareket etmiştir. Kimi zaman fitnenin büyümemesi için İslam’ın zahirine dikkat eden kişilerle barış yapmışlar, kimi zamanda Öz Muhammedi İslam’ı tahrifini engellemek için ölümü göze alarak yola çıkmış ve susuz bir şekilde şehit olmuşlardır. Sokrates ‘de o ortamda sürgüne gitmenin olumsuz sonuçlarını göze alarak sürgün yerine, şehâdet yolunu seçmiştir.

Esselamun Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatüh…

İlgili Makaleler

12 Yorum

  1. ömer faruk hocam yeni yazınızı okudum ve istifade ettim. Allah razı olsun. süleyman kardeşimize de yorumundan dolayı teşekkür ediyorum. Allaha emanet olun.

  2. hocam müthiş bir yazı olmuş allah razı olsun bizi konu ile ilgili aydınlattığınız için teşekkürler

  3. Sokrates kısacası İnsanlık için yaşamış, ve insanlık için ölmüş bir adam. Kendisi kabul etmese de belki de gerçekten bir bilge. Gerçeği savunmuş, erdemleri savunmuş kendi deyimiyle uyuyan insanları bir at sineği gibi rahatsız etmiş bir kişi. Uyandırmak için. Mağaradan çıkarmak için. Aklı ve bilgiyi savunmuş , cehaleti, tutkuların kölesi olmayı reddetmiş bir kişi. Kanılarımız , belki de yarım yamalak bildiğimiz şeylere , eminmişizcesine, mutlak bilgilermiş gibi, olmadığımız halde bilge gibi davranmamıza karşı çıkmış bir kişidir.

  4. Hocam allah razı olsun butun yanlış anlamaları ortadan kaldırmışşınız.ALLAH YAR VE YARDIMCINIZ OLSUN BAŞARILAR…

  5. her iki yazınızı okudum eleştirileride takip etim sanki felsefe üstatla gazali rasında sıkışmış bir ilim dalı gibi algı oluştu

    1. yazıdan bir bölüm öyle bir sıkışma olmadığını göstermektedir sanırım…
      ‘Ayrıca Gazali felsefeyi tam olarak silmediği ve ‘avam kesimin felsefeyi anlayamayacağından, onları bu konuya yaklaştırmamak gerektiği ve felsefe konusu itibarıyla ancak ilim ehlinin işidir.’ görüşü unutulmamalıdır. Üstad’ın da bazı felsefecilere saldırmasının nedeni de dönemin koşulları , yani o dönemin bu felsefecilere karşı olan tutumu olabilir. Nitekim Üstad Muaviye’nin nasıl karakterde bir insan olduğunu ve nasıl faaliyetlerde bulunduğunu çok iyi bildiği halde ona ‘Hazreti’ diye hitap etmektedir.(Mektubat, sf.58)

      Zaten o yazıda asıl vurgulanmak istenen ise Hüccetül İslam olan ve aynı zamanda bir felsefeci olan İmam Gazali ‘dir. Gazali’nin felsefeci olarak nitelendirilmesi ise Onun felsefe ve filozofları eleştirirken kendi de bir felsefe ekolü oluşturmuş olmasındadır. Yazdığı ‘Mekasid el Felasife’ adlı eseri ile ise felsefeye hakimiyetini göstermiştir. Onun felsefeciliğinin kanıtlarından biri ise arkadaşı Ebu Bekir el-Cassâs’ın “Üstadımız Gazalî felsefeye daldı ve bir daha oradan çıkmadı” demesidir.’

  6. Öncelikle yazılarınız için Allah Razı olsun siz ve sizin gibi kardeşlerimizden. Yazılarınızın devamını bekliyoruz. Bu yazınız bir çok soru işaretini zihinlerden söküp atmıştır diye düşünüyorum. Yazınızda;
    geçen “Nabza göre şerbet” ifadesine gelince, kıymetli bir büyüğümüz bu ifade yerine “Hastaya göre ilaç” ifadesinin kullanılmasının daha uygun olacağını, Nabza göre şerbet ifadesinin farklı mecralara çekilebileceğini söylemişti.
    Bence Peygamberler insanlar karşısında; tutumlarına göre şerbet veren değil, onların hastalık ve marazlarına karşı etkili ilaçlar ve tedavi yöntemleri sunan birer doktor mesabesinde olmuşlardır. diye düşünüyorum.

  7. Eleştirileri ve yorumları dikkate alıp, aydınlatıcı bir tarzda cevap verdiğiniz için Allah razı olsun. Bu yazı olsun diğer yazarlarımızın yazıları olsun bu şekilde yorumlarla ve cevaplarla daha geliştirici, aydınlatıcı ve ufuk açıcı olacağına inanıyorum. Halkımızın ve yazarlarımızın dahada araştırıcı bir kişiliğe bürüneceği kanaatindeyim. Allah yardımcımız olsun

  8. Eleştirilere cevap insaflı ve yerinde olmuş, Halk Haber’de bu tarz fikirsel muhabbetlerin devam etmesini arzu ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu