Descartes: Düşünüyorum O Halde Varım!
Descartes: Düşünüyorum O Halde Varım!
Epistemolojiye ve felsefeye Descartes (Dekart) ile birlikte yeni bir yöntem ve bilgi anlayışı girmiştir. Temelcilik olarak adlandırılan bu yönteme göre, bilgi sisteminin temelleri sağlam bir binanın temeli gibi sağlam temellere oturtulmalıdır. Temelciliğe göre, temel bir kez sağlam atıldıktan sonra; geri kalan kısım bu sağlam temelden birtakım mantıksal çıkarımlar yapılarak elde edilir. Bilgiyi sağlam temellere oturtma daha öncesinde de var olan bir olgudur ama sistematik olarak ilk Descartes ele almıştır. Descartes’ a göre , bilginin temelini sağlam kılan şey sarsılmaz bir kesinlikle inandığımız ilkelerdir. Bu ilkelerin doğruluğu ya da yanlışlığı bütün bilgilerimizin doğruluk değerini verecektir. Bu yüzden ilk olarak bu kesinlikle inandığımız şeyleri sorgulamak gerekir. Bu sorgulamayı ise Yöntemsel Şüphe metodu ile yapar. O bu yöntemi radikal şüphecilere yani evrenin ve içindekilerin varlığının gerçekten bilinemeyeceğini savunanlara karşı da kullanmıştır.
O bu yöntemi kullanarak zihnini tümden boşaltmaya, şimdiye kadar bilgi diye geçmiş olan her şeyi silmeye ve böylece üzerine bütün bir bilgi sistemini inşa edebileceği tartışılmaz noktayı bulmaya karar vermiştir. Bunu ise bir inancı şüpheli hale getirecek neden gösterilmesi durumunda, o inancı reddederek yapar. Bu ölçüte göre, bir inanç kendisinden fiilen şüphe edilen bir inanç olmasını gerektirmez. Ayrıca bir inancın yanlış olma veya şüpheli hale gelme olasılığı var ise bu olasılık küçük veya büyük, yakın veya uzak olması fark etmez, o inanç reddedilir. Tüm inançları yada bilgileri bu şekilde tek tek ele alıp sorgulanamayacağı için Descartes sahip olduğumuz tüm inançları üç başlık altında toplar. Birinci sırada duyulara ve duyu deneyimine dayanan inançlar, ikinci sırada gerçek doğaya ilişkin inançlar, üçüncü sırada ise akıl yürütmeye dayanan inançlar veya matematiksel doğrular bulunur.
İlk olarak bizim görme, işitme, koklama, tat alma ya da dokunma yoluyla kazandığımız bilgilerin bizi yanıltabileceğini savunur ve duyular yoluyla elde edilen her şeyin doğru olduğu inancını reddeder. Buna göre bir nesneye uzaktan bakıldığında başka, yanına yaklaşıldığında başka görünür. Aynı nesne gündüz başka, gece başka görünür. Yine aynı nesne suda başka, suyun dışında başka görünür. Bir yiyecek veya içecek hasta olduğumuz zaman başka, sağlıklı olduğumuz zaman başka tat verir. Descartes duyularımızın bizi zaman zaman yanılttıkları sonucundan yola çıkmak suretiyle, bizim duyulara dayanarak bildiğimizi sandığımız bir şey konusunda hiçbir zaman emin olamayacağımızı söyler. Duyularımız bizi zaman zaman yanıltıyorsa eğer, sürekli olarak yanıltma olasılıkları da vardır. Duyular aracılığı ile kazanılmış bilginin bir bölümü yanlış ise, hepsinin yanlış olmadığına herhangi bir garanti var mı?
İnsanların bir diğer kesinlikle inandıkları şey ise gördükleri nesnelerin varlığıdır. Yani her insan eli, ayağı, gözü, kulağı kısacası vücudunun varlığından, doğadaki bitkiler ve hayvanların varlığından; dünya, güneş ve ayın kısaca tüm gezegenin varlığından, şu anda karşısındaki bilgisayarın varlığından ve bu bilgisayar ekranındaki ‘Descartes: Düşünüyorum O Halde Varım!’ başlıklı yazıyı okuduğundan kesinlikle şüphe duymaz. Gerçekte ise böyle bir şey yoktur. Yani bu saydığımız ve emin olduğumuz her şey var olmayabilir. Nasıl mı? Şöyle ki herkes çevresinde bir çeşit delilik halinde olan, bir takım kuruntular duyan insanlarla karşılaşmış veya bu tarz insanlar duymuştur. Kral yada cumhurbaşkanı olduğuna inanan, dünyaya bütün kötülüklerin üstesinden gelmek için Allah tarafından gönderilmiş elçi olduğunu savunan ve hissettiği şeylerden emin olan insanlar yok mu?[1] Bu tür insanların varlığı onların yanılmakta oldukları halde kendilerinden ve başka şeylerden emin olduklarını gösteriyorsa eğer, niçin duyuları aracılığı ile bildiklerinden yana tam bir kesinlik duygusu içinde olan başka insanlar da aynı durumda olmasınlar?
Buradaki olduğu gibi delilik ihtimalini ortadan kaldırsak dahi yine gördüklerimizin kesin varlığına inanamayız. Descartes bunu Rüya Argümanı ile açıklar.
Bu argümanı izaha geçmeden önce okuyuculardan ricam en son görmüş oldukları veya en net hatırladıkları rüyayı düşünmeleridir. Öncelikle o rüyanızdaki bütün nesneleri ve kişileri zihninizde tam bir şekilde canlandırın. O rüyadaki olayı ve sizde bıraktığı etkiyi düşünün. Zihninizde tam olarak canlanmasını bekleyin… Yazının devamına sonra geçin…
O görmüş olduklarınız ne kadar gerçekti değil mi? Rüya esnasında oradaki olay, mekan, kişi ve nesnelerden hiç şüphe etmediniz, çünkü onlar vardı ve karşınızdaydı… Peki şu anda rüyada olmadığınızın garantisi var mı? Şu anda bilgisayarınızın karşısında bu yazıyı okuduğunuzu sanıyorsunuz. Aslında öyle değil… Yatağınızda yatıyorsunuz ve az sonra uyanıp rutin işlerinize devam edeceksiniz…. Kalktığınızda ise rüyamda böyle bir yazı okudum diye bahsedeceksiniz… Olamaz mı? Hiçbir şey imkansız değildir…
Neyse Descartes Rüya Argümanını da bu şekilde açıklamaktadır. Uyanıklığı uyku halinden ayıracak bir ölçüt bulunmadığından, uyanıkken sahip olduğumuz deneyimlerin gerçekte uyku halinde yaşadıklarımızın bir parçası olmadığından nasıl emin olabiliriz? Bütün bu yaşantımız niçin bir düş olmasın? Descartes rüya argümanı ile de ikinci sıradaki gerçek doğaya ilişkin bilgiyi reddeder.
Son olarak ise ister uyanık ister uyku halinde olalım her zaman karın beyaz, çimenin yeşil, kargaların siyah olduğunu, cisimlerin aşağıya doğru düştüğünü bildiğimizi düşünürüz. Ayrıca matematik ve geometri bilgilerimiz; 2+2=4 , karenin dört kenarı vardır gibi bilgilerimizde rüyada da olsak var olan değişmez şeylerdir. Descartes gerçek manada bilgi sistemini oturtabileceği sağlam bir temele ulaşmak için bunu da yanlışlama yoluna gider. Bunu ise bizim, kendisinin ve bizim üzerimizdeki olumsuz etkisinin hiçbir şekilde farkına varmadığımız bir gücün bizi yanılttığını, hakikate ulaşmaya yönelik çabalarımızı boşa çıkardığını varsayarak yapar. Bu durumda her zaman doğru dediğimiz matematiksel bilgiler de yanlış olabilir. Gerçekten 2+2=6 etmesi gerekirken, karenin beş kenarı olması gerekirken bu güç bizi farklı şeylere inandırmış olamaz mı?
Bütün bu açıklamalara göre her şeyden şüphe edilebilir, ama bir şeyden şüphe edilemez. Maddi dünya gerçekten var olamasa bile, Descartes sürekli bir düş görüyor olsa bile bir şey doğru olmalıdır. Bu doğru olan şey yani var olan şey ise şüphe etmesidir. Yani rüyada yada gerçekte de olsa şu anda şüphe etmektedir. Şüphe etmesi ise düşünmesi demektir. Düşünmek ise hangi koşulda olursa olsun var olan bir şeydir. Aynı zamanda düşünmesi için ise kendisinin var olması gerekir. Buradan ise ünlü ‘Düşünüyorum, o halde varım!’ sonucuna ulaşır.
Sonrasında ise kendisinde bir her şeye gücü yeten yetkin bir varlık düşüncesi olduğunu savunur. Bu zihnindeki varlık noksansız bir varlıktır. Onun var olmaması ise bir eksiklik olacağından böyle bir durum söz konusu değildir. Zihninde böyle bir düşünce olması bile başlı başına mutlak Yaratıcının varlığına işarettir. Ayrıca kendisinin, anne-babasının ve çevresindekilerin de her şeye gücü yetmemesi de onu her şeye gücü yeten bir Yaratıcı olduğu sonucuna götürmüştür. Daha öncede belirttiğimiz gibi bu yetkin varlık noksan sıfatlardan münezzeh olduğu için kullarını yanıltmaz çünkü yanıltmak bir eksikliktir. Son olarak ise Descartes şu sonuca ulaşır: İnsanların yanıltılması diye bir şey söz konusu olamadığına göre evrendeki tüm varlıklar, matematiksel ifadeler ve biz, hayal dünyasında değil gerçek düzlemde yaşıyoruz; bütün bu varlıklar ise bize göründüğü şekliyle gerçekten mevcuttur.
[1] https://www.youtube.com/watch?v=wcYtVf24n_A
Çok güzel
Maşaallah Ömer Faruk kardeşimiz felsefeye olan yatkınlığını ve bu konudaki birikimini ortaya koymuş yine…Ama naçizane bir önerim olacaktı…Bizler hakla batıl savaşında safında bulunduğumuz hakkı her alanda savunmaya mecburuz…Bu savunmayı yaparken bütün çabamız insanların haktan yana saf tutmalarını sağlamak ve zihinlerindeki “şüpheleri” ortadan kaldırmak olmalıdır…O halde mesela yukarıdaki yazı gibi bir yazı halkımızın hangi derdine derman olabilir diye düşünüyorum…Pragmatizm eleştirilen ve eleştirilmesi gereken bir düşüncedir, mantalitedir… Fakat elimizdeki silahları kendi amacımıza uygun olarak fayda getirecek şekilde kullanıp, bu manada pragmatist olsak ve içinde bulunduğumuz halkın derdini tespit edip bu derde derman arasak daha iyi olmaz mı?…Bu anlamda mektebe fayda getirecek yazılar bizlerin kalemlerinden dökülse daha hoş olmaz mı?…Yanlış anlaşılmasın bu anlatılanları derste öğrencilerimize bizler de anlatıyorduk…Ama gerçek olup olmadığını tartışmadan yaşadığımız bir reel hayat var ve bu hayatın içinde sırtlandığımız yükümlülüklerimiz var…yukarıdaki yazıda çok güzel anlatılmış olsa da bu konu şuan ki pratik yaşamımızda bir anlam ifade etmiyor gibi…Bu yüzden Ömer kardeşimize tavsiyem felsefeye olan eğilimini özellikle İslam felsefine doğru yönlendirmesi ve özellikle mutahhari ve tabatabai yi iyi okumasıdır…Böylece anlatacağı her mevzu ümmetin bir derdine derman olan mevzulara dönüşecek ve ilmi, zekatını vermiş olacaktır…İnşaallah meramımı anlatabilmişimdir….
İslam felsefesini tavsiye etmişsiniz ama, buradaki Descartes’in fikirleri zaten İmam-ı Gazali’den ilham alınarak ortaya konmuş fikirlerdir. Batılıların tesbitidir: “İmam-ı Gazali’den ışık almamış tek bir Batılı filozof yoktur.” Hakikati İslamdadır yani. Onu bırakın, (melela) bu dünya hayatının bir rüya hayatına benzerliği blr çok hadiste geçer. Ayrıca okunmaya değer bir mütefekkir arıyorsanız Salih Mirzabeyoğlu’nu pas geçerim. Muazzam ufuk açıcı ve dehşet derin bir feylesoftur. Onun fikirlerinin içine girebilirseniz, Hegelmiş, Kantmış, Descartesmiş, Einsteinmiş; hepsi de leblebi çekirdek gibi gelir.
her şey rüya diye bitseydi yazı orucu bozacaktım 🙂 kaleminize sağlık, sabah sabah heyecanla okudum.