Dersim İsyanı değil Dersim Savunması – Hüseyin Yahya CEVHER
Dersim İsyanı değil Dersim Savunması – Hüseyin Yahya CEVHER
“Sen korkmayabilirsin, biz korkmayabiliriz, ama birileri korkar”, demişti bir büyüğüm. “Korkumuz yok bir deni dünya için bedmayeden, hak için geçtik ömürden haneden-sermayeden” şiarını hayat felsefemiz yapmaya çalışırken Dersim Katliamı’nın yıldönümünde katliamın üzerinden 77 yıl geçmesine rağmen katliam tanıklarının konuşmaktan korkan, çekingen tavırlarını görünce başımızdaki rejimden neden tüm Peygamberler başta olmak üzere Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa(sav)’nın ümmetlerini sakındırdığını daha iyi anladım.
Türkiye Cumhuriyeti ismiyle kurulan ahir zamanın süfyani, mervani, yezidi, deccali sistemi aşama aşama gerçek yüzünü halka göstermiş, kimisini zer ile kimisini zor ile (kendi istediği)yola getirmeye çalışmıştır. Bu süreçte dört tarafı dağlarla çevrili asırlardır özgürlüğün, bağımsızlığın, yiğitliğin, namusun ve şerefin merkezi olma özelliği ile dikkat çeken Dersim ve Dersim halkını yok etmek için uzun yıllar planlar yapılmış, harekata ise 1935 yılından sonra geçilmiş saldırılar ise 1937 yılında tam başlamıştır.
Bazı kaynaklara göre Dersim adı, zengin maden yatakları nedeniyle verilmiştir. Genel kanı, Dersim sözcüğünün Farsça kökenli olduğu, “gümüş” (sim) ve “kapı” (der) sözcüklerinden oluşmuş olduğu yönündedir. Ağırlıklı olarak Alevi Zazalar’ın yaşadığı belirtilen Dersim’de Kürtler, Türkmenler ve Ermeniler’de yaşamaktaydı. Bölge insanının hal, hareket, tip ve yaşam tarzı incelendiğinde Dersim erkekleri ile Anadolu erkeklerinin, Zaza kadınları ile Türkmen ve Yörük kadınlarının arasındaki çok büyük benzerlikler halkımızın iç içe ve hep birlikte olduğunun bir belgesi olarak görülmelidir. Yine Dersim aşiretlerinin Kürtçe ve Zazaca konuştukları tek bir dil üzere yoğunluk olmadığı da belirtilmektedir. Tarihe iz bırakmış kahraman Dersim aşiretlerinin isimleri ise Abdalanlı, Alanlı, Arelli, Balabanlı, Caferanlı, Çarikli, Demenanlı, Elhanlı, Hadikan, Hedikli, Hormeklı, İzollu, Karsanlı, Hıran, Kemenlı, Kebanlı, Kureyşanlı, Lolanlı, Pilvenkli, Butanlı, Zilanlı, Silanlı, Şavalanlı, Yusufanlı, Zimtekli,Derviş Cemal, Şadililer olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Dersimliler Osmanlı döneminde de özerk bir şekilde yaşamakta, tabiri caizse merkezi bir yönetimin boyunduruğu altına girmeyi kabul etmemekteydiler. 3 Kasım 1839’da okunan/ilan edilen Türk tarihinde demokratikleşmenin ilk somut adımı olarak ifade edilen Tanzimat Fermanı; halkımızın başına bela olmuş, deccali sistemin banisinin atası hükmündeki halkın tabiriyle Gavur Mahmut, resmi tabirle 2.Mahmut’un pis icraatlarının temelini oluşturmuştur. 1847 yılında ise Dersim’de Tanzimat’tan sonraki baskıcı, müdahaleci, batılılaştırıcı, gayri İslamileştirici ortama karşı ilk isyan patlak vermiştir. 1916’ya kadar ara ara devam eden isyanlarda aşiretler başarıya ulaşmış Osmanlı, Dersim bölgesine müdahale edememiş, aşiretler ise İslami ve İnsani bir şekilde hayatlarını devam ettirmişlerdir.
Bölgedeki aşiretlerin isimlerinden tutun da halkın ve halk önderlerinin isimlerine ve söylemlerine baktığımızda bariz göze çarpan en büyük olgu Ehl-i Beyt‘tir. Özelliklede aşiretlerden Kureyşan aşireti dikkat çekmektedir. Peygamber Efendimiz’in kabilesi olan Kureyş kabilesi ile isim benzerliği olan bu aşiretin soyunu incelediğimizde bu benzerliğin isim benzerliğinin ötesinde bir soydaşlık olduğu dolayısıyla başta Seyyid Rıza olmak üzere bölgede çok sayıda Peygamber torunu seyyidlerin olabileceği izahtan varestedir.
1916’dan 1935’e kadar huzurlu bir şekilde kendi halinde yaşayan Dersim halkı, deccali rejimin aklından hiç çıkmamakta bir şekilde bu bölgedeki yarınlara umut olabilecek devrimci halkı yok etmenin hesaplarını yapmaktaydı. Dönemin başbakanı İsmet İnönü Kürt Raporu olarak adlandırılan çalışmasında “Dersim Vilayeti’nin yeniden teşkili ile askeri bir idare kurulması ve Dersim ıslahının bir programa bağlanması lazımdır” diyerek 1937 yılında fiili olarak uygulanmaya başlayan tedip, tenkil ve tasfiye programını resmen ilan etmiştir.
1935 yılında Dersim Vilayeti’nin isminin Tunceli olarak değiştirilmesini de içeren 25 Aralık 1935 tarihli Tunceli Kanunu çok yakında bölgede yaşayan mazlum halka devletin tunç elinin indirileceğini resmen haykırmaktaydı. Tunceli’ye atanan vali-komutana yasama, yürütme, yargı erklerine ait yetkiler en geniş şekilde verilmişti. Dikkati çeken en önemli nokta ise böylesine anormal ve hukuk dışı maddelerin yer aldığı Tunceli Kanunu çıktığında Dersim bölgesinde herhangi bir isyanın olmaması. Zaten 1937 ve 1938 yıllarında olduğu iddia edilen ve Dersim isyanı olarak adlandırılan bir olay olmamıştır, buradaki olay Dersim Savunması’dır.
38 maddeden ibaret ve son maddesinde 1 Kânunusani (Ocak) 1940’a kadar geçerli olacağı belirtilen, daha sonra yürürlüğü 1945’e kadar uzatılan kanunda ‘korkomutan’ rütbesinde olacağı belirtilen ‘vali-komutan’ın bakanların sahip olduğu yetkileri haiz olduğu belirtiliyor. 2884 sayılı ‘Tunceli Kanunu’, 1935’te sadece Tunceli için Meclis’ten geçirilmiştir. Bu yasaya göre kurulan sıra dışı mahkeme Seyyid Rıza başta olmak üzere ‘Dersim olaylarının sorumlularını’ ve sıradan Dersim köylülerini yargılamıştır. Yani davalar, dönemin anayasası gereğince ülkenin her yerinde kurulu bulunan ‘normal’ mahkemelerde değil, “Tunceli için” çıkarılan “özel” bir yasaya dayalı olarak “olağanüstü şekilde kurulmuş” bir “özel” mahkemede (Elazığ’daki Tunceli Mahkemesi’nde) görülmüştür.
Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmî Yayınları’ndan çıkan “Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar (1972)” kitabının 491. sayfasında “1937 yılında yapılan Tunceli tenkil harekâtına dair Bakanlar Kurulu Kararı”, kitabın 4 no’lu eki olarak yer alıyor. 4 Mayıs 1937 tarihli “Gayet Gizlidir” ibareli bu kararda “Son günlerde Tunceli’de vukua gelen hadiselere dair raporlar 4.5.1937 tarihinde Atatürk’ün ve Mareşal’in huzurları ile tedkik ve mütalaa edilerek aşağıdaki sonuca varılmıştır.” deniyor. Köylerin tamamen boşaltılıp tahrip edilmesi ve “paraya acınmaksızın içlerinden adam kazanılması” öngörülen kararda şu ifadeler yer alıyor: “Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimî olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki silâh kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kâmilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür. Not: Paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lâzımdır. Aslı gibidir. İmza.” [1]
Devletin kafasına koyduğu tedip, tenkil ve tasfiye harekatının anlamları bile yapılan saldırıyı ortaya koymaktadır. Zira tedip; “edeplendirme, haddini bildirme, yeni bir düşünce, hayat tarzı ve modeline sokma” tenkil “düşman veya zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma” tasfiye ise “arıtma, ayıklama, temizleme” anlamlarına gelmektedir. Bu satırlardan bile Dersim halkının isyan etmediği, tahrik edildiği zorla kendilerini savunmak zorunda bırakıldığı anlaşılmaktadır.
Tarih boyunca sulta düzenlerine karşı gelmiş kahraman insanlar ve hareketleri hep otoritelerce karalanmış gelecek nesillere doğru bilgilerin ulaşmasına izin verilmemiştir. Ama kendimizden bildiğimiz halkımızın hareketleri ve duygularına baktığımız zaman neyin iftira neyin gerçek olduğunu anlayabilmemiz hiçte zor değildir. İsmi Dersim Savunması ile özdeşleşmiş Seyyid Rıza’yı incelediğimizde hakkındaki iftiraların gerçek olmadığı, hatta büyük bir kahraman, yiğit bir peygamber evladı olduğu anlaşılacaktır.
Seyyid Rıza, 1863’te Dersim’in, Ovacık ilçesine bağlı Lirtik köyünde Şeyh Hasenan aşiretinin Yukarı Abasan kolundan Seyyid İbrahim’in çocuğu olarak doğmuştur. 1.Dünya savaşı sürerken 1915 yılında aynen Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi hazretlerinin 300 talebesiyle Ruslara karşı vatanını savunması gibi vatanını savunmak için savaşa girişen Seyyid Rıza, Erzincan’da ön cephe oluşturarak işgalci Ruslara adım attırmadı. Rus ordusunu Erzurum’a kadar süren Seyyid Rıza ve arkadaşları daha sonra memleketleri Dersim’e döndüler. Ruslar geri çekildikten sonra Osmanlı idaresi tarafından Dersimlilere ve bu aşiretlere madalya ve hediyeler verilir. Seyyid Rıza ise ayrıca ödüllendirilerek Erzincan’da “İl İdaresi Üyeliği”ne atanır. Dönemin Erzincan valilerinden Sabit Bey yazdığı bir mektupta -Seyyid Rıza ile ilgili olarak- “şimdiye kadar bize din ve namusuyla hizmet etti” ifadesini kullanır.
Emperyalizme boyun eğmeyen dini, imanı, vatanı, namusu için düşmanla çarpışan kahraman Dersimlilerin simgesi Seyyid Rıza’nın daha sonradan emperyalizmin babası İngiltere’den Fransızca bir mektup yazarak yardım istediği iddiası ise gündeme getirilmeyecek kadar gülünçtür fakat yazımızın bir arşiv belge olması için değineceğiz. Bahsi geçen karalama mektubunun Nuri Dersimi tarafından yazılarak İngilizlere gönderildiği Seyit Rıza’nın torunu Rüstem Polat tarafından dedesinin “kendisini kurtarabilecek kadar bile” Türkçesi olmadığını söyleyerek savunulmuştur. Zaten mektubun İngilizlere Fransızca gönderilmesi ise ayrı bir garabettir. Seyyid Rıza ailenin dördüncü ve en küçük oğluydu. Mehmet Ali Efendi adlı bir ulemadan dersler alarak büyüdü. Seyyid Rıza neşeli birisiydi. Seyyid Rıza, 1925′deki Şeyh Said Kıyamı’ndan sonra da binlerce mültecinin yardımına koşmuştur.
Dersim Katliamı’nın emrini veren, Dersim Harekatını bizzat yöneten Mustafa Kemal’in ta kendisidir.1934 İskan Kanunu, 1935 Tunç-eli Kanunu, 1936 TBMM açılış konuşması ve 4 Mayıs 1937 tarihli Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı bizzat Mustafa Kemal’in emriyle çıkarılmıştır. Bu karar ve kanunların altında Mustafa Kemal’in imzası vardır.4 Mayıs 1937 günü Dersim’in kaderini belirleyen bakanlar kurulu toplantısına Atatürk başkanlık etmiştir. 4 Mayıs’ta alınan bu kararla Dersim Tertelesi başlamıştır.
Tüm ins ve cinin ağladığı, kederlendiği, hüzünlendiği Kerbela hadisesine yakın elemli bir hadise olan Dersim Katliamı’nda Dersim’in 130 bin olan nüfusu 50 bine düşürüldü. Bu nüfusun 50-60 bini toplu katledildi, telef edildi. 20 -30 bin insan sürgüne gönderildi. Bununla da yetinmeyen deccali rejim Dersim halkının küçük çocuklarını asimile etti ve kendi istediği tipte yeni bir Dersimli modeli oluşturmaya çalıştı. Bugünlere baktığımızda kısmen başardı da. Zira dönemin tek parti iktidarı CHP, deccali rejim, rejimin banisi, dönemin başbakanı bu katliamın bir numaralı sorumlusuyken kendilerini Dersimli olarak tanıtan siyonist yahudiler cellatlarına övgüler dizmekten geri durmamaktadırlar.
Dersim Katliamı başta olmak üzere rejimin halka yönelik uyguladığı zulüm politikasının partilerle ve şahıslarla hiçbir alakası olmadığı Demokrat Parti’nin kurucusu Celal BAYAR’ın da aynen selefleri gibi Dersim halkı üzerine ölüm yağdırmasıyla netleşmiş oldu. Günümüzün AK süfyanileri Dersim Katliamı’nın sorumluluğunu rejimin günah keçisi ve İsmet İNÖNÜ ekseninde CHP üzerine yıkarak puan kazanmak istese de halkımızın bunların AK’larının da KARA’larının da aynı olduğunu çok iyi bilmektedir.
1935 yılında başlayan savaş hazırlıkları aşiretlerin dikkatinden kaçmamış özellikle bölgeye yapılan yol ve karakolların nedenleri sorgulanmıştır fakat herhangi bir karşı harekatta bulunulmamıştır hatta amele olarak bölge halkı çalıştırılmıştır. Fakat bölgede bulunan TC üst düzey askerine ekmek veren köylünün namusuna yapılan alçakça saldırılardan sonra izzetine, şerefine, namusuna çok düşkün olan müslüman halk bu duruma dayanamamış ve namussuzlara gereken cezayı vermiştir. Kuruluşundan günümüze her daim fitne, fesat ve fuhuş kaynağı deccali rejimin uşaklarından böylesine habis eylemlerin beklenebileceği izahtan vareste olduğu gibi bizzat deccali sistemin banisi tarafından emredilmiştir de. Bölge halkının namuslarına yapılan saldırılara bir cevap verilmesi isteği üzerine Haydaran, Kureyşan, Abasan, Yusufhan, Demenan, Roznak aşiretlerinin ileri gelenleri Seyyid Rıza’yı temsilci seçmiş TC hükümetine taleplerini bildirmesini istemiştir. Seyyid Rıza rejim yetkilileri ile yaptığı görüşmede karakola, yola, okula, camiye karşı olmadıklarını, bölgeye devletin hizmet getirmesi istediklerini fakat NAMUSLARINA yapılan saldırılara asla sessiz kalmayacaklarını ve gereken cezanın anında verileceğini bildirmesi üzerine zaten uzun süreden beri savaşa hazırlanan Korgeneral Abdullah Alpdoğan- ki Koçgiri isyanıyla beraber iç isyanları bastıran Sakallı Nurettin Paşa’nın damadıdır- aşiretleri tehdit ederek, kovalamıştır. Bunun üzerine her namuslu, şerefli, izzetli insanın yapması gerekeni yapan Dersim halkı insanca yaşama mücadelesini vermeye başlamıştır.
4 Mayıs 1937 günü Dersim’in havadan bombardıman ile tamamen yok edilmesi kararı alınıncaya kadar Dersim halkı kahramanca direnmiş ve namus düşmanlarının bölgelerine girmelerine izin vermemiştir. 1937-1938 yıllarından tarif edilemeyecek zulümlerle masum sivil Dersim halkı katliam edilmiştir.
5 Eylül 1937 günü Seyyid Rıza her türlü hareketi halkın aleyhine olan deccali sistemin yalan, hile ve desiselerinin devamında görüşme yapmak üzere çağrıldığı yere giderken tutuklanmış, uydurmasyon mahkeme ve yargı sürecinden sonra 18 Kasım 1937’de atası İmam Hüseyin(as) gibi “Zillet Bizden Uzaktır” sloganıyla şerefsizce yaşamaktansa şereflice ölümü tercih ederek asılmıştır. Asıldığı gece deccali sistemin banisi ile görüştüğü ve kendisine son bir tokat daha attığı iddia edilmektedir. Tarihsel olarak bazıları tarafından ispatlanan olayın şu şekilde cereyan ettiğini ben de düşünüyorum:
“Seyyid Rıza o gece meydana getirilmeden önce M. Kemal’in yanına götürülmüş ve onunla görüştürülmüştür. Otomobil Seyyid Rıza’yı aldıktan sonra istikamet ya Yolçatı’dır veya M. Kemal o gece Elazığ Merkez Tren İstasyonu’nda, özel trenini kör makasa çekerek Seyyid Rıza’nın getirilmesini beklemektedir. Bu ihtimal doğrultusunda otomobilin istikameti Elazığ Merkez Tren İstasyonu’dur.Görüşmede neler yaşandığı, hangi diyalogların geçtiği konusunda elimizde her hangi bir bilgi yok fakat görüşmede Seyyid Rıza’nın M. Kemal’e karşı net bir duruş sergilemiş olduğunu söyleyebiliriz. Zira o gece M. Kemal’in, Seyyid Rıza’dan affedilmesine yönelik aman dilemesini beklemiş olma ihtimali yüksektir. Böyle bir davranış yerine tam tersi bir tavırla karşılaşılması nedeniyle o gece özellikle gizlenmiş, diyaloglarının içeriğinin bilinmesi büyük bir ehemmiyetle engellenmiştir. Eğer Seyyid Rıza o gece affedilmeyi istemiş olsaydı, o görüşme gizlenmeyecek, gazetelerin manşetinde yer alacak hem Seyyid Rıza şahsında Dersim mağlup edilecek hem de M. Kemal bir zafer daha kazanmış olacaktı. Üstelik böyle bir haber, M. Kemal’in vicdanlı bir lider olduğunun en büyük göstergesi olarak bizlere sunulacaktı.”
Seyyid Rıza ile birlikte asılan kişiler şunlardır: Resik Hüseyin (Seyyid Rıza’nın oğullarından, 16 yaşında), Seyyid Hüseyin (Kureyşan-Seyhan aşiret reisi), Fındık Ağa (Yusufhanlı Kamer Ağa’nın oğlu), Hasan Ağa (Demenan aşiret reisi Cebrail Ağa’nın oğlu), Hasan (Kureyşanlardan Ulkiye’nin oğlu), Ali Ağa (Mirza Ali’nin oğlu). Yüce Allah(cc) zulme karşı başkaldırışlarını ve şehadetlerini kabul eylesin.Amin.
Ayrıca olayın alevilere, Dersimlilere karşı olmadığının temiz fıtratlı müslüman halkın ortadan kaldırılması için yapıldığının bir belgesi de Atatürk’ün dönemin Dersim milletvekili Diyap Ağa’yı çağırıp “Git, aşiretini kedisine kadar al, Dersim’den çık. Çık ama Malatya’yı geç,” demiş ve Diyap Ağa da Çankaya’dan aldığı bu tüyo sayesinde Dersim’i terk etmiş ve ailesinin hayatını kurtarmış. (“Herkesin Bildiği Sır: Dersim”, s. 426.) Ayrıca yeri gelmişken Seyyid Rıza’nın yeğeni olan Rayber para karşılığı Seyyid Rıza’ya ihanet ediyor ve ilk olarak Alişer’i ve hanımı Zarife’yi 9 Temmuz 1937’de katlediyor. Kestiği başlarını da kanıt olarak devlete teslim ediyor. Daha sonra Dersim halkının katledilmesinin ardından Rayber ve oğlu ordunun emriyle kurşuna diziliyor. Böylece bir kez daha rejimle işbirliği yapanların veya emperyalizme köpeklik yapanların bir tuvalet kağıdından farksız oldukları da belgelenmiş oluyor.
Son olarak Dersim Katliamı’nın tetikçisi ve en çok öne çıkan faili Sabiha GÖKÇEN’e 28 Mayıs 1937 Türk Hava Kurumu Murassa (İftihar) Madalyası verildi. Neden kahraman ilan edildiği kamuoyu tarafından algılanamamıştı zira Dersim Katliamı halktan habersiz bir şekilde gerçekleştirilmişti. Yine dönenim medyasında kendilerini savunan Dersim halkı serkeş, şaki, çapulcu olarak nitelendirilmekte aynen günümüzdeki gibi mevcut düzene karşı olanlar hemen anarşist ve terörist ilan edilmekteydi. Halka karşı o dönemde boğucu gazlar kullanıldığı dönemin yetkilileri tarafından itiraf edilirken uygulanan zulmün binlerce yıllık dünya zulüm tarihinde önemli bir yeri olduğunu açıklamaya gerek yoktur.
Bizleri sevindiren, göğsümüzü kabartan, gözlerimizi ışıldatan ise “Yiğitler Bitmez Bizde” sloganını bizlere attıran değerli büyüklerimizin hareketleridir. Büyük kahraman Seyyid Rıza’nın idama gidiş anının anlatılmasıyla yazımızı bitirelim:
Dönemin emniyet müdürü İhsan Sabri Çağlayangil anlatıyor:
“Seyyid Rıza, sehpaları görünce durumu anladı:
– Asacaksınız, dedi ve bana döndü:
– Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?
Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyorum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi.Son sözünü sorduk.
– Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz, dedi.
Bu sırada Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Ben Fındık Hafız asılırken, Seyyid Rıza görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti.Seyyid Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyyid Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti:
– Evladı Kerbelayime, bê gunayime, Ayıvo zulimo, Cinayeto, (Evladı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.) dedi.
Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi.”
Selam olsun düşmanlarını bile kendilerine hayran bırakanlara…
Selam olsun dik duruşlarıyla gelecek nesillere direniş ve şehadet kültürünü aşılayanlara…
Selam olsun dini, imanı, namusu, vatanı ve şerefi için mücadele edip şehid edilenlere…
Selam olsun Hak için ömürden, haneden, sermayaden geçenlere…
Vesselam.
[1] https://www.halkhaber.org/2014/05/04/tunceli-halkinin-komple-yok-edilme-kararinin-resmi-belgesi/
S eni düşündükçe
E hl-i Beytin yiğit evladı
Y anıyor Dersimde isyanın narı
Y iğitlik dahi utanmada senden
İ zninde geçmek isterim serden
D ersim Ah Dersim ah dersim…
R üyalarını süslüyorsun devrimcilerin
I stırap mihrabının kandilisin
Z amanı güzelleştiren adam
A nalar hep doğursun Seyyidler , Rızalar…
Sayın EBU MİRAZ güzel şiiriniz aşağıdaki sayfada yayınlanmıştır. Teşekkür ederiz. https://www.halkhaber.org/2014/05/07/seyyid-riza-ebu-mirza/
“ah dersim
bir yolu vardır seni diriltmenin
gümrah yürekler unutmadı seni
unutmadım” ( b.doğruer)
Muhterem Editör Kardeşim, sizden sayfa düzeni ile ilgili teknik bir ricam var: Uzun cümle yapısı okumanın akışını sekteye uğratıyor. Uzun cümleleri biraz kısaltmayı düşünür müsünüz?
Sayın EBU MİRAZ bu eleştiriniz benim yazdığım yazılarla mı ilgili yoksa site anasayfasındaki yazılarla mı ilgili? Sayfa düzeni dediğiniz için tam anlayamadım. Anlayıp dikkate almaya çalışalım, İnşAllah.
SEYYİD RIZA ; Mutahhar Tuba ağacının Dersim Dağlarında sümbülleşmiş bir dalıdır.
SEYYİD RIZA ;Hüseyni secaatın ete kemiğe bürünmüş halidir.
Hüseyin abi Fırat’ı tersine akıtan bir yazı yazdığın için ALLAH kalemine ve yüreğine kuvvet,ihlas ve ömrüne bereket tüm bunlarla birlikte İslam’a hizmetle taçlandırsın inşALLAH!
Sayın Murtaza QOSER güzel yorumunuz ve dilekleriniz için Allah razı olsun. Hep beraber bu yolda yürümek dileğiyle. Vesselam.
selamunaleykum
allah razı olsun.gerçekten çok güzel bir yazı olmuş.elinize kaleminize sağlık
tarihi dersim savunmasını ve dersim halkının kahramanlığını çok güzel ayrıntılı bir şekilde ortaya koyduğunuz gibi deccali-süfyani rejimin yüzlerce cinayetinden birinide gün yüzüne çıkarmışsınız.
bu şekilde tarihin tozlu raflarına kaldırılmış olan konuların acilen halkımızın vicdanına sunulması çok iyi olacaktır.yazılarınızın devamını bekliyoruz.selametle
Eyyamullah’ın önemi bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Dersim Katliamı’nın yıldönümünün gelmesi bizi de bu konuyu araştırmaya itti, talepler doğrultusunda veya günü geldikçe elimizden geldiğince bir şeyler yazmaya çalışırız, İnşAllah.
Gözlerim doldu.Kalemine sağlık.
Şeyh Saidi, Seyyit Rızayı hep hain ilan ettiler sanki asıl hain olanlar kendileri değilmiş gibi. Hadi rejimi anladıkta bizim bu tatlı su islamcıları ve milliyetçi kesimin bunlara kini ve öfkeleri neden hala anlamış değilim. Allah tüm şehitlerimize rahmet eylesin. Yollarınıda sonraki nesillerde daim eylesin.
“Mülkü bekadan bu dünyaya şehadete koşmaya geldik
Gerek süvari gerek yaya batılı yıkmaya geldik” dizelerinde anlatıldığı gibi Seyyit Rıza ve Şeyh Said de bu dünyaya neden geldiklerinin bilincinde ve şuurunda olan yiğitlermiş. Allah mekanlarını cennet eylesin.
Gardaş bu kadar güzel yazınıza gölge düşürüp kaleminizi incitmek istemem her daim ucu açık ve sivri olsun. Acizane herhalde ince ve hamasi ruh dinginliği ile kaleme alınan yazıda dikkatimi bir bilgi çekti ki yanlış olduğunu düşünüyorum ve tashih ederseniz makbule geçecektir. Kureyşan aşireti diye geçen kısım da aslında bu aşiret kafkaslar üzerinden dersime sonradan yerleştirilmiş sefaret yahudilerinden peygamberimizin önce malum hadiseden dolayı önce Medine’den sonra da Hayber’den sürdüğü Kureyza yahudilerinin kendilerini gizlemek için uzun yıllar tercih ettiği bir isimdir. Kemal kılıçdaroğlununda bu aşiretten olduğunu söyler isem mesele çok daha net anlaşılmış olur. Saygılarımla kaynak: Doç. Dr. Zihni Dinçer Ankara havadis gazetesi makale. Google a yazarsan yazıyı bulursun. Vesselam.
Sayın Serdar DİLEK yazımıza değer verip okuduğunuz için teşekkür ederim. Söylediğiniz bilgiyi dikkate alacağım, İnşAllah. Yazıyı yazarken yaptığım araştırmalarda söylediğim tarz bir bilgi elde edemedim dikkat çekmek istediğim husus Ehl-i Beyt bağlantısı idi. Caferan, Haydaran,Kureyşan gibi isimlere dikkat çekmek istemiştim. Ayrıca Dersim Katliamı sonrasındaki Dersimliler bozulmuş Dersimlilerden veya o dönem rejimle işbirliği yapan aşiretlerdir dolayısıyla onlara da sıcak bakmadığımı yeri gelmişken belirteyim.
hakkı haykıran kalem tutan öpüyorum
Tarihi zulümler ile dolu bir rejimin ömrünün ne kadar olabileceğini helak olan diğer zalim hükümetlere bakarak anlayabiliriz. Yıkılmaya yüz tutmuş bir rejime tarih; Küfr ile abad olunur zulm ile abad olunmaz…. diye haykırmaktadır. Rabbim bunların sonlarını görenlerden eylesin bizleri… Allah razı olsun
Bu rejim, Ehl-i Beyt-i Rasulullah’tan ataları nasıl korktu ise öyle korkmuştur. Ve günümüzde bu korku devam etmektedir.