Bir Varmış Bir Yokmuş – Süleyman DAĞISTANLI
Bir Varmış Bir Yokmuş – Süleyman DAĞISTANLI
Bir varmış bir yokmuş, söylemleri ile yaptıkları arasında uçurumlar olan sistemin hüküm sürdüğü bir ülkede “söyledikleri ile yaptıkları arasındaki tezatlığı en üst düzeye ulaştıranlar” bu sistemi bir şahıs olarak temsil edecek kişi olurmuş. Hal böyle iken kıyasıya bir yarış başlarmış. Bu öyle bir yarışmaymış ki görünüşte kolay da olsa aslında insanlığını koruyan, fıtratından uzaklaşmamış olanlar için çok zor bir yarışmaymış. Yıllar yılı yaşamları ve söylemleri ile ters düşen niceleri gelip geçmiş, birincilik koltuğuna oturdukları için de yıllarca hüküm sürmüşler bu ülkede. Bu yarışma yıllarca devam etmiş, iddialı kimi yarışmacılar gelip geçse de bu işin asıl ustası çıkınca hepsinin parlaklığı yitip gitmiş. Bu öyle bir ustaymış ki, kendinden önce gelenleri cebinden çıkartabilecek yeteneklere sahipmiş. Bu işi öylesine profesyonel yapmaya başlamış ki, insanlar bunun bir yarışma olduğunu unutmuş ve hayatın gerçeği zannetmeye başlamış bu zıtlıkları. Zaman öyle bir zamanmış ki bugün söylediğinin yarın tam tersini söylemek, hayatın ve ülke yönetmenin bir gereği gibi görülmeye başlanmış. Usta bu işe kendisini öylesine kaptırmış ki, her geçen gün işi daha da abartmaya başlamış. Dostlarını düşman, düşmanları dost, dinsizleri dindar, dindarları dinsiz, hainleri kahraman, kahramanları hain, vahşileri yahşi, zalimleri mazlum, mazlumları zalim ilan etmiş. Zalimden yana iken dahi mazlumun hamisiyim demiş. Edepsizliğin ve eşkıyalığın kitabını yazarken aynı zamanda devlet adamlığının edebinden ve terbiyesinden bahsedermiş. İnsanları parçalarken duyduğu zevkten gözyaşı dökermiş timsahlar gibi. Korku imparatorluğunun sarayını inşa ederken sürekli özgürlükten dem vururmuş. Simit hesabı yapıp sarayları itibar diye anlatırmış. Adalet terazisini elinde tutup istediği yöne çekerken ülkenin adalet üzere yönetilmesi gerektiği ile ilgili türküler söylermiş mesela. Ahlaksızlığın kaynağına can suyu verirken ahlak bekçisi gibi davranırmış. İçki fabrikalarını kurarken “ayran” da “ayran” der dururmuş. Fuhuş suç değilmiş onun gözünde ama yan yana oturan kız ve erkeklerden dahi rahatsız olduğunu duyururmuş tamamı kendisine bağlı olan hoparlörleri ile. Ahlaksızlıkları değil sigarayı sansürlermiş dizi ve filmlerde, böylece halkı halktan daha çok düşündüğü imajı oluşturmaya çalışırmış. Kendisine biatli, halkı bozmaya yeminli şaklaban ve soytarıları, onların ahlaksızlık üzere kurulu marifetlerini gündemde tutarmış hep ama onaylamadığı (!) bir diziyi yayından kaldırmaya dahi gücünün yetmediğine inandırırmış insanları. Kendisi için canından geçecekleri rakibi olarak tanıtırmış insanlara, tüm kötülükleri onların üzerine atarken attığı tüm kötülükleri hırsla ve kinle üretmeye devam edermiş.
Yasama da, yargı da, yürütme de kendisindeymiş, en iyi yürütmeyi yapsa da hepsini kontrol eden o imiş ama yine de ülkede kendinden izinsiz görüşmeler, yürütmeler, yargılamalar olabileceğine inandırırmış insanları.
Günler böylece geçip giderken bir gün çok komik(!) bir şey olmuş. Açlık sınırının altında olan asgari ücretli milyonlarca insanın olduğu, işini kaybettiği için kendini diri diri yakan bir babanın henüz öldüğü, ülkede göç ve yer değiştirmelerin savaşlar ve katliamlar sebebi ile yaşandığı, borç içerisinde yüzdürülen milyonların var olduğu bir ülkede, usta şöyle bir açıklama yapmış; “Yurtdışına turizme gitmeyin ya. Bütün turizm faaliyetlerinizi yurtiçinde yapın.” (1) Tabi dinleyenler halkın çoğunun tatil için turizm adına yurtdışına gittiklerini zannetmiş. Tabi büyük bir kısmı da “turizm mi o da ne” demiş evine ekmeği zor getirdiği o gün.
Usta dur durak bilmiyormuş artık. O gün de iyice kaptırmış kendini. Tarım ve hayvancılığı köklerine kadar kurutma derdinde olduğu ve bunu kısmen başardığı, marketlerde Çin’den gelen sarımsakların satıldığı, samanın ithal edildiği, pirincin ve mercimeğin Kanada’dan getirtildiği, tarım ürünlerine kotaların uygulandığı, tohumlara dahi her yıl milyarlarca dolar paranın harcandığı bir ülkede; “Alışverişlerinizde yurtdışından ithal edilecek mallar malzemeler yerine kalkın yerli malzemeyi kullanın.” Demiş. Duyanlar ağlanacak bu hale gülmemek için kendilerini zor tutmuşlar tam o sırada bu kez “Hani bir zamanlar okullarımızda yapardık ya yerli malı haftası diye; evet şimdi de yerli malı yılı olsun.” Demiş. Ve usta o kadar yüzsüzlük ile bunları dile getirmiş ki duyanlar kendilerinden şüphe etmeye başlamışlar. Acaba ülkede tarımdan hayvancılığa, sanayi ürünlerinden teknolojik ürünlere kadar her şey var da biz mi dışa bağımlı yaşama hevesine kapıldık diye düşünmeye başlamışlar. Ülkeyi bu hale getiren, tüm imkânlarına rağmen bu halkı dışa bağımlı hale getiren, küresel kapitalistlerin yerli işçisi haline dönüştüren başkasıymış gibi konuşuyormuş gelmiş geçmiş en usta yarışmacı.
Devam etmiş, “İyi gidiyoruz, hiç endişeye gerek yok, olacak bazı sıkıntılar, onları da aşacağız. Unutmayın kutlu doğumlar sancılı olur. Bu bir kutlu doğumdur.” Demiş. Dinleyenler acaba “bazı sıkıntılar” diye tabir ettiği şey 3 ay içerisinde verilen 300’den fazla şehit mi acaba? Yoksa bazı sıkıntılar ülkede iç savaş varmışçasına sokağa çıkma yasaklarının olması, ilçelerin boşaltılması mıdır acaba? Diye düşünmeye başlamış. Yoksa kutlu doğum dediği şeyin ise bir birkaç gün önce ağırladığı Siyonist Yahudilerin hayali olan büyük İsrail olabilir mi acaba? Diye düşünmüşler. Ama rolünü öylesine iyi oynuyormuş ki usta, inanmak istemiyormuş duyanlar ve düşünenler.
Varsın oyun, hilekârlık ve tezatlık üzere kurulu bir sistemin en başarılı oyuncuları ve ustaları meydanda olsun. Varsın planlarını bozacakların var olduğunu unuturcasına planlar yapsınlar. Varsın çoğunluğu kendilerine inandırdığını zannetsinler. Zira öyle oyun bozucular meydanlarda ki şu an en ustaları dahi çaresiz ve uykusuz kalır mazlumların ve mustazafların Rabbinin yardımı ile zafere doğru koşan bu hak cephesinin öncülerinin karşısında. Şer’de yarışanların karşısında Hayır’da yarışanlar var oldukça, zafer hakkın, hezimet şer de ustalaşanların olacaktır.
(1) http://www.haberler.com/erdogan-dan-siniri-acin-diyen-bm-ye-8148193-haberi/