ACI BİR TABLO
ACI BİR TABLO – Süleyman DAĞISTANLI
“Islahatçı ve aydın bir adam olan Asifuddevle, Horasan valisi olup Meşhed’e gelince, şehri genel olarak inceledikten sonra halkın mutsuzluğunun nedenini anladı. Onun anladığı neden şuydu; “Meşhed’deki dükkânlar, birbiriyle alakasız mallar satıyorlardı.” Örneğin bir mağazadan kumaş, et, tereyağı, kömür, kurşun kalem ve başka başka birbiri ile alakasız şeyler alınabiliyordu. Asifuddevle şu emri verdi; “Yarından itibaren her dükkân birbiri ile alakalı belli mallar satmaya başlayacak. Hiç beklenilmeden bu emir, tüm şehre duyuruldu ve emir uygulanmaya başlandı. Asifuddevle bir gün birbiriyle ilgisiz malları hala satan var mı diye doğrudan teftişe koyuldu. Teftiş sırasında, içinde bulunan kutu ve torbalarda tütün sattığı anlaşılan bir dükkâna vardı. Bu dükkân kural gereği, başka mal satsa bile tütünle bağlantılı olan ağızlık, pipo ve nargile vs. satıyor olmalıydı. Fakat bu tütün satan dükkânın eşiğinde bir miktar uçkur (Şalvarı bele bağlamak için geçirilen bağ) asılı olduğunu bir anda fark etti. Sinirlendi ve dükkân sahibinin çağrılmasını emretti. Adama çıkışarak dedi ki bunlar ne? Dükkân sahibi, uçkur efendim diye cevap verdi. Vali sinirlenerek şalvarla tütünün ne ilgisi var, dedi. Dükkân sahibi cevap verdi; efendim, kesinlikle ilgisi var. İzin verin arz edeyim. Bizim bu tütünlerimiz çok sert(!). Müşteri bunu alıp iki nefesi çekince onu öyle öksürtüyor ki efendim, şalvarının uçkuru kopuyor. Bu yüzden bizden bir miktar tütün alan herkese iki tane de uçkur paketleyip veriyorum, ilgisi bu efendim…(!)”
Kıssayı okuyunca, ülkemizde halkların mutsuzluğunun, huzursuzluğunun da buna benzer bir sebebi olabileceğini düşündüm bir an. Ve gerçekten halkın mutsuzluğunun sebebinin farklı kişilerden, kurumlardan ve oluşumlardan bekledikleri, istedikleri şeyleri bulamaması olduğunu ve halkın tüm bu ilgisizliklerin sebebini bulmak üzere iken rejimin uşakları tarafından kendilerine uçkur ilgisi gibi ilgiler kurularak rejimin ayakta kalabildiğini fark ettim. Yasaların çok olmasına karşın adaletin olmadığı, okulların çok olmasına karşın bilimin olmadığı, üniversitelerin çok olduğu ancak gelişmenin olmadığı, hastanelerin çok olduğu ancak sağlığın olmadığı, hocanın(!), efendinin(!), hoca efendinin(!) çok olduğu ancak İslami bir yaşantının olmadığı, Müslüman olduğunu iddia eden hükümetlerin olduğu ancak faizin, zinanın, kumarın, içkinin yine bu hükümetler tarafından yasalaştırıldığı ülkemizi düşündüm biraz.
Ülkemizde de halkların istedikleri ve beklentileri ile rejimin onlara sunduğu şeylerin ne kadar birbirinden farklı olduğunu fark ettim. Ülkemizde çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitim ve öğretiminden sorumlu olan bir bakanlığın okullarında ilim, bilim ve eğitim dışında her şeyin verilmesi ancak insanların beklentilerinin çocuklarının yetiştirilmesini istemesi gibi mesela. Eğitim ve öğretimin beklendiği bir bakanlığın ahlaksızlık ve lakaytlığın, düzensizlik ve sistemsizliğin en ileri örneği olması gibi mesela.
Suç işleyen ve suça karışanların ıslah edilmesinin beklendiği cezaevlerinde, suçsuz olarak girenlerin dahi potansiyel suçlu olarak dışarı çıkmaları gibi mesela. Caydırıcılığı olması beklenen yasaların suçu teşvik etmesi gibi mesela.
İşçinin, esnafın, memurun, çiftçinin, askerin, polisin, emeklinin haklarını koruması beklenen ve istenen sendikaların, adı geçen halkların değil rejimin hakkını ve meşruluğunu koruması gibi mesela.
Adaletin beklendiği ve istendiği mahkemelerin adaletsizliğin merkezi olması gibi. Adaletin mülkün temeli (!) olduğu mahkemelerde, mülkün adaletin temeli olması gibi.
Halkların cemaatlerden beklentisi kendilerini birlik ve beraberlik içerisinde Allahın ipine bağlaması iken rejim tarafından korunan ve kollanan cemaatlerin, tabilerini diğer halklara karşı ayrılıkçı tutumlar sergileyerek rejime bağlaması gibi mesela.
İlimin, bilimin, üretim ve gelişmenin merkezi olması gereken üniversitelerin, eğlence, başıboşluk ve günahın merkezi olması gibi mesela.
İnsanları olaylardan haberdar etme, geliştirme ve bilgilendirme amacı olması gereken televizyon, radyo, gazete ve dergilerin, gerçekleri açığa çıkarma değil, gizleme, rejimin kusurlarını örtbas edilme merkezi haline getirilmesi gibi mesela.
Halka hizmetkâr ve hakka kul olması beklenen devlet adamlarının halka efendi, hakka asi ancak Amerika ve siyonizme hem köle hem hizmetkâr olması gibi mesela.
Üretim yapması ve fabrika açması beklenen devletin hastalık üretmesi ve hastaneler yapması gibi. Halkı ıslah etmesi beklenen devletin halkı ifsad etmesi gibi mesela.
Kısacası ülkemiz o kadar alakasızlıklar ve zıtlıklar ülkesi haline getirilmiş ki insanların mutlu olabilme şansları kalmamıştır. Gençleri eğitmesi gereken bir bakanlığın gençleri eritmesi, adaleti yayması beklenen bir bakanlığın adaletsizliğin merkezi olması, aileyi koruması gereken bir bakanlığın aileleri dağıtması, enerji ve tabi kaynakları koruması gereken bir bakanlığın bu kaynakları peşkeş çektiği, ülkede huzuru ve asayişi sağlamakla görevli bir bakanlığın anarşi ve terörün merkezi olması, tarımı ve hayvancılığı geliştirmesi beklenen bir bakanlığın tarımı ve hayvancılığı bitirmesi, dış ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi dostlukların ve müttefiklerin arttırılmasının amaç edinildiği bir bakanlığın Siyonizm uşakları hariç tüm ülkeler ile ve özellikle de komşu İslam ülkelerine düşman olması, ülkeyi savunma amacı taşıyan bir bakanlığın ülkeyi savunmasız hale getirme amacını taşıması, sağlığı korumakla görevli bir bakanlığın hastalığın merkezi olması, ülkenin ve halkın ekonomisini güçlü tutmayı amaç edinen bir bakanlığın rejimin üst düzeylerinin ekonomisi dışında tüm halkın ekonomisini alt üst etmesi vb…
Yukarıda sayılanların tamamının sebebinin bu rejim olduğunu bilen, bozuk düzende sağlam çark olmadığını bilen, habis bir ağacın tüm dallarının da habis olacağını bilen bizlerin unutmaması gereken en önemli nokta ise her fırsatta rejimin bu alakasızlık, ilgisizlik ve zıtlıklarını bir nevi uçkur alakası ile açıklayan rejimin şakşakçıları ve uşaklarıdır. Özellikle günümüz bel’amları ilim(!) ve bilgileri(!) ile kendilerine sağlanan imkânlar ile her fırsatta rejimin çelişkilerine bir uçkur alakası bulmakta ve halkları, sorunların asıl sebebini bulmaktan alıkoymaktadır. Hatta bununla da kalmayarak sömürüye uğrayan ile sömüren, kanı emilen kesim ile kan emen arasında uçkur alakaları kurarak bir kandaşlık(!) bağı kurmaktadırlar. Yani toplumu bu hale getiren rejim ile mazlum ve mustazaf halkları aynı yolun(!) yolcusu gibi göstermektedirler.
Cehaletin suçunu bir uçkur alakası ile yazıya yükleyen ve cehalete neden olan ya da bu genel cehaletten beslenip güç sağlayan kimseleri topluma unutturan atalarının yolundan giden günümüz süfyanileri tüm zıtlık ve çelişkilerini bir uçkur alakası ile kendilerinden uzaklaştırmakta ve kendilerini pir-u pak ilan etmektedirler. Ülkede yaşanan tüm cinayet, hırsızlık, namussuzluk, adaletsizlik ve zulmün tek müsebbibi olan günümüz süfyanileri; tüm ülkeyi kendi yandaşlarına peşkeş çekerek son yıllarda taşeronlaşmayı kat be kat arttırıp, halkları karın tokluğuna çalışmaya mahkûm eden, ihmal ve ihanet sonucu meydana gelen olayları da sırf kendilerinden uzaklaştırabilmek için bir uçkur alakası kurarak kaza(!) kader(!) ve ecele(!) bağlayan bizzat kendileridir. Halkları fakirliğe mahkûm ederek aile içi geçimsizliklere, şiddetlere sebep olan ancak bunu da yine bir uçkur alakası ile kişilerin kendi psikolojilerine(!) bağlayan yine rejimin kendisidir. Yaptıkları haksızlık ve zulümlere karşı çıkarak sokaklara dökülen insanları yine bir uçkur alakası ile halkın nefret ile baktığı rejim destekli örgüt, parti ve derneklere mensup olmakla suçlayıp işin içinden çıkan da yine rejimin kendisidir. Ülkeyi bataklığa çevirip bir uçkur alakası ile suçu etrafta ki sineklere atan da rejimin kendisidir… Bu örnekleri çoğaltabilmek mümkündür ancak saymakla bitmeyen ihanetlerin tek müsebbibinin bu rejimin bizzat kendisi olduğunu bilmek, kurulan uçkur alakaları ile işin içinden tertemiz sıyrılmak isteyenlerin karşılarında bilinçli ve basiretli Müslümanlar olarak durmak sadece Müslümanlığın değil aynı zamanda insan olmamızın gereğidir. Zira süfyaniler, kurdukları sistemler aracılığı ile halkların hem dünyasını hem de ahretini harap etme derdindedirler. Bunlar karşısında Müslüman halklar ellerinden gelen çabayı göstermelidir zira;
Müslüman, toplumsal çelişki ve düzensizliklerin farkında olan insan demektir. Müslüman, bu çelişki ve düzensizliklerin gerçek etkenlerinin farkında olan insan demektir. Müslüman içinde bulunduğu zamanın ve toplumun neslinin ihtiyaçlarının ve yaşadığı çelişkilerin farkında olan insan demektir. Müslüman, topluma, mahkûmu olduğu uygunsuz ve huzursuz durumdan kurtuluş yolu sunan, toplum için çözüm yolları sunan insan demektir. Müslüman, toplumun çöküntü içindeki donuk yapısından hareket meydana getiren, bilincini halka aktaran yani kısacası toplumu için peygamberi bir yöntemle ıslah eden ve geliştiren insan demektir. Müslüman, Ebuzer Gıffari gibi toplumun içinde bulunduğu gaflet ve donukluğun asıl nedenini düşünen, bulan ve buna karşı bir ömür mücadele eden insan demektir. Ve Müslüman gerekirse yine Ebuzer misali yalnız olarak yaşayıp, yalnız olarak Rebeze çöllerinde ölmeyi göze alan insan olabilmek demektir.
İlahi; bizlere bilinç ve basiret ihsan eyle. Bizleri Hakkı tanıyıp haklıyı bulan, batılı tanıyıp zalimi teşhis eden ve ondan beri olabilenlerden eyle. İlahi; bizlere acı da olsa hakkı söylemeyi, Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasından korkmamayı nasip eyle. Amin.