MEHMED’İME MEKTUP – Musa GÜNEŞ
MEHMED’İME MEKTUP – Musa GÜNEŞ
Mehmed’im! Canım oğlum! Gözümün nuru! Bu kaçıncı mektubum bilmiyorum ama bu mektubu senin şehadet haberini aldıktan sonra yazıyorum.
Güzel oğlum! Sen benim evimin direği idin, yıllarca bir çocuğumuz olmamıştı. Annen ile gitmediğimiz doktor, kullanmadığımız bitki kalmamıştı. Sonunda İbrahim (a.s)’e evlat veren Rabb’im seni bize vermişti. Senin doğum anındaki o sevincim aklıma geldikçe halen ufak bir tebessüm belirir. Sana peygamberimizi hatırlatsın diye Mehmed ismini vermiştik annenle.
Hayat zor geçiyordu oğlum. Maden de çalıştım, en ağır işlere hayır demedim. Sen okuyup bizi bu kötü gidişten kurtaracaktın oğlum. Görüyordun çünkü benim bu emperyalist ve kapitalist düzende nasıl çileler çektiğimi. Taşeronlaşma ve özel sektörle birlikte canımızı nasıl sömürdüklerine şahit oluyordun. Sen de biliyordun ki bu düzen de hiçbir zaman işçi kazanmıyordu tam tersine patronlar servetine servet katıyorlardı. Sonra senin büyümenle bizde yaşlanmaya başlamıştık. Sınavlara çok çalışıp istediğin bölüm, İnşaat mühendisliği gelince sana belli etmeden sevinç gözyaşlarına boğulmuştum ben. Biz babalar zaten hep böyleyiz oğlum, gözyaşlarımıza şahidimiz Yüce yaratandır. Beşerin hele ki bir bayanın yaşlarımıza şahit olması çok azdır. Ama yastığımızın nasıl ıslandığını, karanlık gecelerde evden uzaklaşırken yalnızlık içinde nasıl ağladığımızı sen de baba olduğun için, iyi bilirsin canım oğlum.
Hani bana derdin ya oğlum ‘baba her gün ölümler oluyor ve senin sapa sağlam eve gelmen için hep dua ediyorum diye’ bu sefer sen gelmedin güzel oğlum! Oğlum, hani bana derdin ya ‘baba bir şu üniversite bitsin güzel bir işe gireyim seni çalıştırmayacağım diye’ ve dediğini yapmıştın. Üniversiteyi bitirince yıllarca iş aramıştın. Devlet sektöründe alımlar bir elin parmağını geçemeyecek kadar olduğu için beni bu yükten kurtarmak adına bu kapitalist düzendeki özel sektör ağında 5 kuruşa çalışmaya başlamıştın.
Sonra gidip şu askerliğimi yapayım demiştin bana. Bizde eşinle, annen ile seni Dağlıca’ya göndermiştik. Siyasi hesapların hiç bitmediği bu ülke de tüm siyasi partilerin kendi çıkarlarını düşündüğünü söylerdin ve akan kandan siyasetçilerin sorumlu olduğunu söylerdin. Hani sen gitmeden annen ve eşin senin ardından ağlamıştı. Sen de 2 yaşındaki oğlunu ve benim elimi öptükten sonra gitmiştin. Belki sen gidince gözümden yaş damlamamıştı ama o gün odamda ne kadar yaş döktüğümü bilemiyorum güzel oğlum! Her gün asker ve polislerin ölüm haberleri gelirdi. Ben bu haberleri görünce hem o anne babaların acılarına ağlar hem de hep seni düşlerdim. Hani ben işte çalışırken eve dönene kadar sen hiç duanı eksik etmezdin ya, sen gidince de ben senin için duamı asla eksik etmedim. Senin o kara haberin bize ulaşana kadar, kaç gece uyuduğumu bilemiyorum.
Bir akşam şehit haberlerini dinliyordum. Kapı zilinin acı feryadını duydum. İçimi kavuran sıkıntı ile birlikte kapıyı açtım. Karşımda üniformalı subayları ve bizi sakinleştirmek için yanına aldıkları komşularımızın gözyaşlarını görünce yıkıldım oğlum! Subayın bir şey demesine gerek kalmamıştı. Annen ve eşin kapıya koştuklarında olan olmuştu oğlum! Annen ve eşinin acı çığlıkları gelen subayların ve sağlık görevlilerinin acı içinde ağlamalarına sebep olmuştu. Annen, sağlık görevlilerinin verdikleri bütün sakinleştiricilere rağmen fenalık geçirdi ve hastaneye kaldırıldı. Halbuki daha dün seninle konuşmuştum sen de bana ‘baba buralar karışık ama merak etme demiştin, Yarbay’ımız diğer komutanlar gibi değil, bizimle birlikte operasyona gelir, bizleri canı gibi sever, karargahta oturup bizi çatışmaya göndermez demiştin.’ Sonra seninle birlikte Yarbay’ın da ana ocağına ateş düştüğünü duyunca senin ne demek istediğini anladım. Zaten gerçek mana da vatanını sevenler bu topraklarda ölüyor oğlum, diğerleri yerinden oturup ahkam kesiyorlar.
Siyasiler ve medya organları bizleri birbirine düşürmeye çalışıyorlar oğlum. Kürt-Türk savaşı çıkarmaya çalışıyorlar. Bunu asla başaramayacaklar, biz binlerce yıl birlikte yaşadık, kız alıp kız verdik kimsenin oyununa gelmeyeceğiz. Oğul, senin de bildiğin gibi ben Muğlalı Sünni bir Türk’üm, annen ise Malatyalı Alevi bir Kürt. Çocuğunun annesi ise Suriye’den göç etmek zorunda kalan bir Arap. Suriye’ye dünyanın 80 ülkesinden toplanan yamyamlar gönderilince halk bunlardan kurtulmak için göç etmek zorunda kalmıştı. Sen de bu edep timsali kızı görüp beğenince, sana istemiştik. Yani oğul siyasiler oturduğu yerden bizi bölmeye çalışıyorlar ama hamd olsun başaramadılar, başaramayacaklar. Siyasiler böyledir işte oğlum, önce başka mesleklerin önünü kapatırlar sonra asker de veya polislikte şehit olanlara ‘oğlunuzu bu mesleğe göndermeseydiniz’ diye azarlarlar.
Canım oğlum! Bu sana son mektubum herhalde. Senin acın ile kıvranan kalbim bu duruma ne kadar dayanabilir bilemiyorum. Bu mektubumu sana yazarken gözyaşlarım kalemime mürekkep oldu. Ne yapalım oğlum zengin olamadık -bayan subayın dediği gibi-zenginler, bu ülke de ne asker ne de şehit oluyorlar. Ülkemizi öyle bir hale getirdiler ki fakirleri, zenginleri ve siyasileri korumak için feda ediyorlar. Benim de aklımdan seni askere göndermemek kısa bir süreliğine geçti. Gidip bir kredi çekeyim dedim ama şimdiye kadar sana haram lokma yedirmediğim, bir de askere diğer fakir evlatlarının gittiğini görünce bunu yapmamam gerektiğini düşündüm. Bu ülke böyle işte oğlum; siyasiler, zenginler yatlarda gezerken fakirler ölürler. Fakirler siyasilere veryansın ettiğinde ise hain damgası yiyip haklarında soruşturma açılır. Evin dört bir köşesinde sen varsın oğlum, nereye baksam seni görüyorum. ‘Gelince evin sıvasını yaptıracağım’ diyordun ya oğlum, sen gelseydin de biz çadır da yaşasaydık.
İnanamamıştım bir türlü senin şehadetine oğlum ta ki son dem de tabutun içinde seni getirip karşıma koydukları ana kadar…İşte o an seni mezara koyacağıma inandım. Öpmeye kıyamadığım, sevmeye kıyamadığım bu bedeni toprağa verecektim. Cansız bedenini karşımda görünceye kadar sürekli metanetimi koruyordum oğlum! Ama o bedeni görünce artık kendimi tutamadım oğlum! Seni son kez öpeyim dedim. İki kolumda iki subay senin bedenine doğru geldim. İşte o an yüzüne kapanarak ağladığımı sende hissetmişsindir oğul. Gözümden akan yaşlar, alnından senin de gözlerine doluyordu. Muhtemelen sende ağlıyordun ama gözlerinden yaş gelmiyordu. İşte benim gözyaşlarım senin yerine de akıyordu.
Dedim ya oğlum bu acıya ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Torunum ve gelinim için güçlü olmaya gayret edeceğim. Allah’tan bana güç vermesini diliyorum. Bu zalim sistemin yok olmasını diliyorum. Bu sana son mektubum. Bu mektubu melekler ulaştırsın sana. Gidişinle birlikte yüreğimi kavuran acın kaldı bana.