BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ (!) – Süleyman DAĞISTANLI
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ (!) – Süleyman DAĞISTANLI
Görmek, duymak, anlatmak ve anlamak, kısacası bilgi sahibi olmak sorumluluk demektir. Duyduğun ve gördüğün şeyler karşısında tepki vermek demektir, anlatılanlar karşısında tepkisiz kalmamak, gereğini yapmak demektir. Hem hak cephesi hakkında hem de batıl cephe hakkında bilgi sahibi olmak bilinçli Müslüman olmanın temel şartlarındandır. Bir kuşun iki kanadı misali olan bu bilme ve bilinçlilik hali halk düşmanlarının tarih boyunca çekindikleri ve tedbir almak için ellerinden geleni yaptıkları hayati meselelerden bir tanesidir. Tarih, dostunu tanıyan ancak düşmanını iyi analiz edemeyen ya da düşmanını tanıyan ancak gerçek dostlarından bihaber olanların acı akıbeti ile doludur. Zira dostunu tanıyan ancak düşmanını tam anlamıyla tanımayanlar, düşmanlarının hileleri karşısında bu kadar da olamaz deyip aldanmakta ve onların kendilerinin dünya ve ahiretlerini harap etmesine göz yumabilmektedirler. Aynı şekilde düşmanlarını tanıyan ancak asıl dostlarının kimler olduklarını bilmeyenlerde şu dünya hayatında kuru bir yaprak misali oradan oraya sürüklenmekte, bir ömür düşman karşısında dost bulamadan zillet ve güçsüzlük içerisinde yok olmaktadır. Bu bahsedilen konuya en güzel örnek Hz. Musa ve kavmi israiloğulları ile yaşadıklarıdır. Firavunun zulmü altında inim inim inleyen, onu düşman olarak addeden ancak kendilerine dünya ve ahirette sadık bir dost ve kurtarıcı olan Hz. Musa’yı tanımayanlar ve onu dost olarak addetmeyenlerin, Firavun ile birlikte tarihe gömüldüklerini, dünya ve ahiret hayatında hüsrana uğradıklarını yüce kitabımız bizlere bildirmektedir. Aynı şekilde, firavundan kaçarak Hz. Musa ile Kızıldeniz’i geçen, Hz. Musa’yı kendilerine dost edinen ancak firavundan daha tehlikeli olan Samiri gibi düşmanları tanımayanlar, Hz. Musa’nın bir an kendilerinden ayrılmasının ardından yeniden düşmanların hilesine aldanmış ve hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır.
Evet, dostu ve düşmanı tanımak, düşmanın tuzaklarından emin ve dostun uğrunda ve yolunda ölümü seçecek kadar mutmain olabilmek için dost ve düşman hakkında bilgi ve malumat sahibi olmak gerekir. İşte bu bilgi ve malumat, dostu ve düşmanı iyi tanıyan Müslümanları bilinçli bir mümin haline getirir ve düşmanların oyunlarını yerle yeksan edebilir. Tarih boyunca bundan korkan ve sonlarını getirecek şeyin bu bilinç olduğunu bilen deccali ve süfyani rejimler, halkların dost ve düşman hakkında yeterli bilgiye sahip olmalarını engellemiş, ya da yanlış bilgi sahibi olmasını sağlamışlardır. Kerbela sahrasında İmam Hüseyin’in namaz kıldığını ordusundakilerin görmesi halinde hilesinin boşa çıkacağını anlayarak İmam Hüseyin ve yarenlerini namazda iken oklatanlar ile camide şehid edilen İmam Ali’nin şehadet haberini duyan Şamlılara Ali’nin camide ne işi var dedirten zihniyet ile vahdetin kendilerinin sonu olacağını bilen süfyanilerin mezhepçilik damarı ile Müslümanları birbirlerine düşman etmesindeki zihniyet aynı zihniyettir. Aynı şekilde, savaşta ölen askerlerini halkından saklayan İsrail’in zihniyeti ile öldürdüğü/öldürttüğü askerleri halkından gizleyen zihniyet aynı zihniyettir. Yani halkın bilgi edinme ve bu bilgiyi paylaşma özgürlüğüne kısıtlama getirerek ömürlerini uzatmaya çalışanlar ile bu zihniyetin atalarının temel politikası halkları gerçeklerden uzaklaştırmak, bilgi sahibi olmalarını engellemek veya en azından yanlış bilgi sahibi olmalarını sağlamaktır.
Evet, son yıllarda sıkça duyduğumuz yayın yasağı şimdi de sokak ortasında öldürülen 3 asker hakkında işleme konuldu. Halkların gerçekleri görmesi, ihanetlerin farkına varması yasak, bilgi sahibi olmak, anlamak, anlatmak yasak, resim, haber ve video yayınlamak yasak…
Peki, nedir bu yayın yasağı, ne zaman ve ne tür olaylar sonrasında getirilir? Veya nedir bu yayın yasağının yasal dayanağı? Çok önemli değil zaten yaptım oldu ülkesinde çok önemli olmasa gerek bu tür olaylar. Ama bilmekte fayda var.
5187 sayılı Basın Kanunu’nun ‘Basın özgürlüğü’ başlığı altında düzenlenen 3. maddesine göre; “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Evet, böyle bir kanun var ama muhtemelen bu kanun Tanzanya’nın(!) anayasasında yer alıyordur zira ülkemizde uygulanmadığına göre bizim yasamız(!) olamaz. Ama başında Türkiye Cumhuriyeti anayasası yazıyor. O zaman tek bir seçenek kalıyor; Bu yasa, Hani şu “kimse engel olamaz” diyen başbakanın deldiği yasalardan, içişleri bakanının “biz yasa yapan adamlarız, gerekirse yaptığınızı suç olmaktan çıkartırız” dediği esnek yasalardan, ya da zengine, yandaşa, yanaşmaya sökmeyen ancak garibana mazluma kök söktüren yasalardan. Güçlülerin delip geçtiği, güçsüzlerin takılıp kaldığı kanunlardan. Zalime değil mazluma, suçluya değil mağdura, hırsıza değil hırsızlığa maruz kalana, namussuza değil namusluya, teröriste değil halka kök söktüren yasalardan olsa gerek. Evet, dağdaki eşkıyanın bile kendilerinin koyduğu doğru ya da yanlış olan kural ve kaidelerine harfiyen uyduğu ancak devletin başına çöreklenmiş medeni(!) haydutların kendi koymuş oldukları kanun ve kurallara uymadığı, kendilerine ufaktan da olsa dokunan her türlü kanun ve yasayı deldiği bir zamanda yaşıyoruz.
Yayın yasağı denen olay da böyle işte. Hakim zümrenin başının keli görünme olasılığını engelleme amacı güden bir yasak. Ancak sorulması gereken bazı sorular var, bu yasak hangi olaylar karşısında uygulanıyor? Bu olayların ortak yönleri neler? İsterseniz çok da eskiye gitmeden yakın zamanda yayın yasağı getirilen bazı olaylara kısaca göz atalım. Bu süreç nasıl başladı ve nasıl gelişti?
Her şey birkaç yıl önce başladı. Başbakana direk yayın yasağı getirme hakkı verildi. Önce PKK’nın saldırıları sonrası getirildi ilk yayın yasakları. Dağlıca ve Aktütün baskınları… Ardından KPSS skandalı için yayın yasağı, tecavüzcülerin tahliyesi için yayın yasağı, gezi eylemleri için yayın yasağı, Reyhanlı patlaması için yayın yasağı, rüşvet ve yolsuzluk skandalları ile ilgili yayın yasağı, Reza Zerrab ile ilgili yayın yasağı, mit yasası ile ilgili yayın yasağı, Suriye dinlemeleri için yayın yasağı, Soma’da ki maden kazası(!) ile ilgili yayın yasağı, Işid’in Musul konsolosluğunu basarak(!) diplomatları rehin aldığı olay ile ilgili yayın yasağı ve şimdi de Yüksekova’da öldürülen 3 asker ile ilgili yayın yasağı… Şöyle bir baktığımızda bu olayların ne gibi bir ortak yönünün olduğunu merak ediyor insan. Acaba tüm bu olayların ortak yönü para meselesi olması mı, ahlaki bir olay olması mı, olay görüntülerinin insanların psikolojisini bozacak kadar şiddet içermesi mi, devlet sırrı olması mı, kamu güvenliğini sarsacak olması mı? Hayır, bu sayılanların hiç biri olayların tamamının ortak yönü değil. Hepsinin tek bir ortak yanı var o da olay ile ilgili gerçeklerin açığa çıkmasının süfyanilerin sonunu getirecek olması, halkın gerçekleri öğrenmesi halinde süfyanileri bir kaşık suda boğacak olması, halk düşmanlarının bu halkın başına musallat olmuş süfyaniler olduğunun halk tarafından anlaşılması… İşte tüm bu olayların tek ortak noktası budur.
Son olarak bazı haber ve sosyal medya paylaşımlarının altında hepimizin rastlamış olduğu bazı yorumlar ile alakalı bir noktaya değinmek istiyoruz. Rejimi temize çıkarma derdinde olanların bu yayın yasağını savunduğu ve görüntülerin şehit ailelerine acı vereceğini iddia ettiğini, halkın bu görüntüleri görmesinin iyi olmayacağını, çözüm(!) sürecini olumsuz etkileyeceğini söyleyen rejim tellakları… Onlara sadece şu soruyu sormak istiyoruz. Şehit ailelerine bu görüntüler mi daha fazla acı veriyor yoksa evlatlarının katili olanların kahraman ilan edildiğini her gün televizyonlardan izlemek mi, canilerin, bebek katillerinin barış elçisi olduğunu görmek mi, evlatlarının kanlarının boşa gittiğini görmek mi ya da vatanlarının peşkeş çekildiğini görmek mi daha fazla acı veriyor? Şurası bir gerçek ki, bizlere en çok acı veren ahmaklıkları ile zalimlerin ekmeğine yağ süren, hakkı ve hakikati savunduğunu zannederek halkları celladına aşık köleler haline getiren sizin gibilerin varlığıdır.
İlahi! Zalimleri, zalimlerin destekçilerini, hainleri, dininin düşmanlarını, halklara ve hakikate diş bileyenleri kahru perişan eyle. Bizleri Mazlum ve mustazafların intikamlarının alınacağı günlere eriştir.